Sol köşende bir ağrı vardır ve sızlar ya hani. İsmini duydukça, onu gördükçe, onu düşündükçe acır ya orası, hiç geçmez sanırsın. O yarayla hayata tutunmayı, yürümeyi öğrenirsin; öyle bir öğrenirsin ki eskisi gibi aklına gelmez, eskisi gibi canın yanmaz ta ki bir sokağın başında denk gelene kadar, ta ki onu hatırlatan bir şarkıyı tesadüfen duyana kadar. Ama alışırsın. Onsuz mutlu olmayı da başarmaya başlamışsındır ya da kendini mutlu olduğuna inandırmışsındır. Bilirsin çünkü yükü sadece sen omuzlayamazsın, o yükün altında duygularınla, sevginle ezileceğini, karşılığını alamayacağını, o yükü taşıyacak bir el uzatılmadığında daha iyi anlarsın. Bilirsin gelmeyeceğini, gelse de yaralarına merhem olmayacağını bilirsin. Yaraları açıp giden, başkalarının yarasına merhem olan biri dönüp nasıl senin merhemin olabilir ki? Kendi eliyle yarayı açan nasıl merhemin olabilir ki? Görmüşsündür nasıl başkalarına çiçek açtığını, güldüğünü, sevdiğini, inandığını. En çok da bunlar acıtır insanın yüreğini; hakkın da yoktur sormaya, neden beni sevmek için çabalamadın diye. Zorla toprağın olmayan bir yerde çiçek açamazsın, iki cihan bir araya gelse de mümkün kılamazsın. Zordur bunu anlamak ama bir bakmışsın ki yıllar geçmiş, zamanında okuyup altını çizdiğin satırları bugün silersin, kalbin de aklın da boştur. Sadece hatırlarsın ve tebessüm edersin. Fazlası olmaz, bilirsin ki fazlası acıtır; dediğim gibi bir bakmışsın alışmışsındır bile...