Berkun Oya’nın yeni ve çok iyi olduğunu düşündüğüm dizisiyle ilgili uzun ve övgü dolu bir sayfa olacak. Müthiş bir sinema kültürüm yok, eleştirmen değilim, o yüzden bu coşkumu mazur görürseniz hepimiz çok mutlu oluruz. Hazırsanız başlıyorum.

Sekiz bölüm boyunca bana Nuri Bilge Ceylan’ı ve Masum’u hatırlatmasıyla dönüp bakınca Masum’un da Berkun Oya’nın olduğunu hatırladım (bazı çatışmaların altının tam dolmaması hariç Masum da epey iyi bir diziydi bence).

Fi ve Masum zamanından beri dijital platformlardaki yerli işler beni çok heyecanlandırıyor. Hakan Muhafız’ın bir hayal kırıklığı olması hariç, kalanlarla ilgili elbet iyi konuşacak bir şeyler buluyorum aslında. 

Şahsiyet çok etkileyici ve her yerinden kalite akan bir diziydi. Alef’in görüntüleri inanılmazdı, İstanbul’u hiç o kadar güzel görmemiştim ama maalesef hikayesi çok farklı başlamışken finali basit bir sebebe bağlandı (Çıplak, Bartu Ben gibi diziler birçok bakımdan farklı olduğu için buraya katmaya uygun görmüyorum).

Bir Başkadır… O kadar başarılıydı ki dilimin ucuna olumsuz bir şey gelmiyor bir türlü. Sanat ve görüntü yönetmenleri harika iş çıkarmış; o sahne geçişleri, müzikler, renkler… ‘seyir keyfi’ tam olarak böyle bir şey işte. 

Diğer dizilerde kadroyu düşününce aklımda sadece bir iki kişinin kaldığını fark ettim ama bu sefer başkaydı. Öykü Karayel -bana her zaman tavrı çok güncel, modern, soğuk gelmiştir- Meryem olarak doğmuş gibi. Fatih Artman yeterince agresif ve aslında üzgün; Funda Eryiğit, Ruhiye’nin içinin cayır cayır nasıl yandığını bire bir işlemiş. Alican Yücesoy’un tam tanımını Tülin Özen yaptı spor salonunda: tipik ve tavırlarıyla, bakışlarıyla paket halinde yaşayan bir adam. 

Gülbin ve Gülan’ın gerçekçi kavgaları ve Öner Erkan; Peri’nin bir tepsi böreğe dertlenecek kadar mutsuz olması, egosuyla savaşını bir türlü yenememesi ve bunu fark eden Melisa’dan bir noktada rahatsız olması, ailesinin yaşam tarzının tanıdık yansıması, babasının "Özdil’e baksaydık yahu" sitemi; Meryem’in terapileri hoca efendiden saklaması, çünkü muhafazakar çevresiyle hiçbir zaman paylaşamadığı dolu zihnini Peri ablasına açabiliyor olması; Hilmi’nin flört çabası ve ‘köyde okuyan kişi’ tavrıyla hep konuşması; Ruhiye’nin canının aslında çok derinden yanıyor olması; Hayrunnisa’nın asıl fikir ve yönelimleri…

Bir Başkadır’ı diğer işlerden başka yapan şey çok gerçek olması. Yabancı hiçbir şey yok dizide; kendini değilse bile komşunu, eşini, bakkalını, doktorunu, akrabanı görüyor ve "bu işte" diyorsun. Çok laik olduğunu düşünen de var, çok muhafazakar olduğunu düşünen de, ve görüyorsun ki aynı bok çukurunun etrafında dönüp duruyor hepsi; kimi başı önünde, kimi elinde kadehle. Çok süslü hayatların özünde çok mutsuz olduğunu da anlatıyor, bastırılan duyguların insanı nasıl mahvettiğini de. Açlıktan da bahsediyor ölümden de. İdeolojik kavgalardan da bahsediyor, bırak kavgayı iki kelam edemeyenden de. İstismardan, düzenden, düzensizlikten, panikten, korkudan, sevgiden, sağlıktan, cehaletten, biliyor olmanın verdiği kibirden ve her şeyden, hepsinin gerçek tarafından bahsediyor. Dizinin her bölümü, dizinin herkesi öyle tanıdık ki, aklında kalmasını sağlamak için insanın fazladan bir çabaya ihtiyacı olmuyor. İnsan dediğin zaten bunun içinde yaşıyor.

Müthiş bir keyifle izledim, ortalık saçmalıktan geçilmezken de ilaç gibi geldi. Umarım ilham olur da böyle iyi ve lezzetli işleri daha çok izleyebiliriz.