-Kör olmak istiyorum doktor. Beni kör et. Çıkar bunları yuvalarından. Bu gözlerle artık yaşamak istemiyorum. 

+Neden?

-Başkalarının gözleri bunlar, herkesin gözleri ama benim değil. Hep soluk hep renksiz, benim değil bu gözler.

+Durun bir bakalım önce geçin oturun şöyle. Şu gösterdiğim resme bakın ve ilk ne gördüğünüzü söyleyin bana.

-Bir insan topluluğu.

+Ee ne yapıyor bu insanlar peki?

-Çok kötü çok. Tüylerim ürperdi doktor.

+Ne oldu? Ne görüyorsun söyle bana.

-Herkes çığlık çığlığa, kimisi yerde sürünüyor kimi de onların üstüne basıyor. Çok kan var doktor çok. Herkes bağırıyor duyuyor musun? Burası bir cehennem olmalı, evet tabi ya! Bak burada bir zebani de var. 

+Evet haklıymışsınız, bu gözler sizi yanıltıyor çünkü bu resimde çok mutlu insan var. Siz ise korkunç şeyler anlattınız.

-Dedim sana doktor; bu gözler benim değil, çıkar bunları diye.Yenisini de istemem bırak boş kalsınlar öyle. O aydınlık karanlığa gömüleyim. Belki o zaman istediğim gibi görürüm uzayın derinliklerini, şu hiç göremediğim renkleri. 

+Aman durun canım, romantizme gerek yok. Bu öyle kolay bir ameliyat değil. Gözleriniz vücudunuzun bir çok organı ile yakın temasta. Eğer onları çıkarırsam yanında bir organınızı daha götürür. Önce, yanında kimi götürsün ona karar verin. 

-Hay Allah! Keşke önceden bilseydim, düşünmeye vaktim olurdu. Ama dur doktor bana zaman ver azıcık düşüneyim. Kulaklarım olmaz doktor . Ben müziksiz yapamam. Üst komşum piyanisttir. Sabah sekizde başlar gece on ikiye kadar hiç durmadan çalar. Ben de gözlerimi kapar onu dinlerim gün boyu.

+Gün boyu mu? 

-Evet evet, gün boyu ya! Hep hayalini kurdum gözlerim olmadan onu dinlemeyi, o yüzden kulaklar olmasın. Bir bakayım. Burun... Burun da olmasın. Karşıdaki fırından her sabah öyle bir koku yayılır ki etrafa. Camdan dışarı kafamı çıkarır, her sabah o kokuyu çekerim içime, kaparım gözlerimi de.

+Her sabah mı?

-Tabii her sabah! 

+O zaman geriye diliniz ve elleriniz kalıyor. Bir seçim yapmak zorundasınız.

-Her sabah ekmek kokusunu içime çektikten sonra ilk işim çaydanlıkta kaynayan çaydan bir bardak almaktır. Yanında da çikolatalı pasta. Zaten ben üç öğün çikolatalı pasta yerim, başka da bir şey yemem. O yüzden dilim de olmaz doktor. Sen en iyisi ellerimi al gözlerimle birlikte. Görmezsem unuturum her şeyi, ellerim de unutur. O zaman kendime yeni bir dünya çizerim. Önce kendime güzel eller çizerim, sonra o ellerle güzel nehirler yanına da çakıllar çizerim belki ha? Görmezsem unuturum insanların yüzlerini. Yeni insanlar çizerim yeni ellerimle. gözleri olmayan insanlar, elleri de olmayan insanlar; herkes kendi elini kendi çizsin, kendi yaratsın dünyasını diye... Ama fırından çıkan taze ekmek kokusunu her sabah gökyüzünden yayarım bu sefer. Şehrin tüm sokaklarına da megafon koyarım, üst komşum bütün kentte çalar bu defa. Tüm dolapları da çikolatalı pasta ile doldururum. Herkes istediği kadar yesin diye. Ah doktor! Çok heyecanlandım birden. Hemen al gözlerimi hemen, ellerimi de al. Hiç korkmuyorum inan. 

+Emin misin?

-Eminim doktor, eminim. 

+Yalnız bir husus daha var onu da söylemem lazım.

-Neymiş o?

-Bu çok riskli bir ameliyat, bu ameliyattan sağ çıkamayabilirsin.

+Yani ölecek miyim?

-Böyle bir risk var diyorum.

-Tamam doktor, ben alıyorum o riski. Şu gözlerimle gördüklerim ölümden beter zaten.

+O kadar mı kötü ya?

-Evet doktor o kadar... Sen doktorsun, senin daha iyi bilmen lazım. Yok mu benim gibi vakalar? N'apıyorsun onlara? Ben çok doktor gezdim senden önce. Ne sebebini buldular ne de çaresini. Senin de yoktur gerçi bir ilacın, eminim. 

+Açıkçası; siz gördüğüm ikinci vakasınız.

-Öyle mi, ilki kimdi?

+İlki benim. Sizi görünce pek şaşırdım doğrusu.

-Nasıl olur! Ben de pek şaşkınım şu an doğrusu. Sen n'aptın peki doktor, yoksa bunun ilacı falan var da bana mı söylemedin?

+İlacı falan yok. Önceleri gezdim doktor doktor derdime çare bulmak için. Sonra baktım kimse bulamadı son çare okudum, oldum doktor. Doktor olunca kendimi iyileştirim dedim ama yanılmışım. Tam da sizin buraya geldiğiniz gibi ben de son çareyi gözlerimi aldırmakta bulacaktım ki..

-Ee ne oldu sonra doktor? Anlatsana.

+Bir pazar annem kahvaltıya çağırdı. Doğup büyüdüğüm evde oturur annem hala. Ormanlık bir yerden geçersin, kuşların cıvıltısı çok güzeldir o yolda. Sonra deniz çıkar bir anda karşına, kokusundan tanırım denizi, sol burun deliğimden içeri sızar sakince. Neyse, ne diyordum? Anneme vardım işte bu yollardan geçip. Kahvaltıda çilekli pasta vardı. Annem çok sever. Kahvaltı ettikten sonra bana bir ağırlık çöktü ben doğup büyüdüğüm odada uyanacağım dedim anneme. Odama geçtim. Uzandım yatağa, tam uykuya dalacakken bir ses duydum. Önce dışardan geldi sandım ama yanılmışım. Yatağın ucundaki iki çekmeceli şifonyerin en üst çekmecesinden geliyordu ses. Açtım çekmeceyi, biraz da korkarak. Bir de ne göreyim! Bir çift göz. 

-Nasıl?

+Ya... Bir çift göz, kendilerini o karanlık çekmecenin içinde bir oraya bir buraya yuvarlıyormuş. Aldım elime hemen gözleri, anneme gösterdim. "Kimin bunlar" dedim. "Anne sen mi koydun bunları buraya?" Evet dedi, sen bu evden ilk kez çıkıp gittiğinde yatağın altında bulmuştum. Ben de koydum çekmeceye. Gözleri hemen bir kavanoza koyup getirdim buraya. Çıkardım kendi gözlerimi, bunları taktım. Takınca hatırladım hemen, yıllar önce evden ayrılmadan çıkarıp atmıştım, bana artık küçük geliyorlar bunlar daha büyüklerini istiyorum diye. Sonra biriktirdiğim harçlıklarlarla yenilerini almıştım. Nasıl da unutmuşum. İnsan işte her şeyi unutuyor. Bak aslında hiç küçük değilmiş. Tam oldular. Sana da öneririm. Eğer doğup büyüdüğün, daha sonra çıkıp gittiğin bir ev ve yanında iki çekmeceli şifonyer varsa. İlk çekmeceyi aç bak, belki senin de annen bulup bırakmıştır oraya. 

-Yok doktor. Benim doğup büyüdüğüm, çıkıp ayrıldığım ev yandı. O çekmeceli şifonyer de yanıp kül oldu. Sen hazır mısın ameliyata doktor, daha pastaneye uğrayacağım burdan çıkınca. Bu sefer çilekli pasta alayım diyorum sen ne dersin?