Aylardır evimden çıkmıyorum. Perdeler kapalı, izlendiğimi biliyorum, kulaklarımı tırmalayan sesleri duyabiliyorum. Derinden gelen o kahkaha sesleri tüylerimi ürpertiyor. Evimin önünde, ani firen yapan arabalardan inen insanların, apartmanıma attığı alaycı bakışlarını hissedebiliyorum. Kafayı yemek üzereyim.


Aynaları çarşaflarla örttüm. Gecen, tıraş olurken yansımam bile bana küçümseyen bir bakış atmıştı. Kendimin ihanetiyle tıraş olmayı bıraktım. Pis kokuyorum. Fast food yemekleri cildimde sivilceler çıkardı.


Geceleri ağlıyorum. Gözyaşlarımı silmek için peçetem dahi yok.


Bir önceki gün apartman görevlisi kapıma dayandı. Komşularım merak etmiş beni sözde. Aylardır dışarı çıkmadığımı söyledi. İyi olduğumu kontrol etmek için uğradığını söyledi. Ama sessinde bir tuhaflık vardı, bir sinsilik. Beni aptal sanıyorlar ama değilim. O iğneleyici ses tonunu hemen tanıdım. Bıyık altında küçümseyen sesini. Göremesem de ince yaşlı ağzının, yukarı doğru kıvrıldığını biliyordum.


“İyi misiniz?” demişti görevli. Diğer yandan kapımın ziline abanarak.


Ses etmemiştim ilkte. Uzayan tırnaklarımı kemirmekle meşguldüm.


“Ali Bey, eğer oradaysanız ses edin lütfen. Orada olduğunuzu biliyorum. Hep bir şeyler sipariş ediyorsun ama ses çıkartmazsanız çilingir çağırıp kapınızı açmak zorunda kalacağım.” demişti. Korkmuştum tehdit ve alay geçilmeye mahkûm edilmiştim. Ellerimin titrediğini fark etmiştim.


“Bu... Buradayım.” Bir an sessizlik oluşmuştu. Keşke kapı dürbünümü yaptırsaydım diye sövmüştüm kendime, emindim ki kapının ardından sessizce gülüyordu. Hayır, belki komşularım da orada onlarda bana gülüyorlardı. Bilemezdim ama biliyordum işte.


Sinsi Emine Teyze ve Fatma Hanım'ın aralarında fısıldaştığına yemin edebilirdim o gün.


“İyi misiniz?”


“Evet iyiyim, sadece biraz hastayım. Telaşlanacak bir şey yok.”


Bu yalanı sürdürmek beni deli etmişti. Kendimi çaresiz bir çocuk gibi hissetmiştim. Yine anneme hesap veren o çocuğa dönüşmüştüm işte. Evet anne yemeğimi yedim.


“Ali Bey, biliyorsun apartmanımızda biri intihar etti, o yüzden sesinizi duymak konusunda ısrarcı olduğum için kusura bakmayın.”


Evet, gecen yaz bir öğrenci kendini tavana asmıştı. Herkes dedikodusunu yapmakta geç kalmamıştı. İçine kapanık sessiz bir çocuktu. Sadece asansörde karşılaşmamız dışında bir ahbaplığımız yoktu gençle. Ama o gün gözlerinde gördüğüm şey neydi. Rahatsız olup bakışlarımı devirmeme neden olan o mavi gözlerde ne görmüştüm?


“İyi olmanıza sevindim Ali Bey. Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa seslenin lütfen.”


Yalancı herif. Gülerek gidiyordu ama dakikalar içinde tüm dedikodumu apartmana yayacaktı. Şekerli çayını içerken, sigaradan sararmış dişlerini göstererek gülecekti bana. Adi herif. Bu oyuna dahil olduğum için kendimden utanmıştım.


Her şey işten evime giderken olmuştu.


Çalışmanın verdiği yorgunluk ve havanın soğuk olması icap edip tanrının oyununa gelmekle yaşanmıştı her şey. Ayağım kaymış, evimin önünde kıç üstü yere kapaklanmıştım. Kafamı vurmuştum sanırım, hatırlayamıyorum. Bir çift mavi göz görmüştüm. Ama hatırladığım tek şey vardı. Kahkahalar. Bir grup gencin ellerini karnına götürüp kahkahalar attığını gördüm, soğuk havada beyaz suratları kızarana kadar gülmüşlerdi. Yaşlı bir amca, ağzındaki puroyu üflemeden kıkırdamıştı halime, dumanı boğazına kaçmıştı ve öksürüp gülmeye devam etmişti. Köpek bile halime gülmüştü. Küçük it, sahibini nasıl da çekiştirip hırlamıştı bana. Utancımdan yerin dibine girmek istemiştim. Elini uzatıp yardım için gelen insanlara fırsat vermeden ayağa fırlamaya çalışmış ve kendimi tekrar yerde bulmuştum. Gözlerim kararmıştı. Sesler kulağımda yankılanıyordu. Tekrar düşmüştüm. Nerdeyse tüm mahallenin kahkahalarını duyabiliyordum. Araba sesleri bile kesilmiş, şoförlerin camdan kafasını çıkarıp bana gülüyorlardır diye gözlerimi dahi açamamıştım.


Kâbus gibi bir gündü. Ondan sonraki günler ise daha da beterdi. Kimin benimle alay ettiğini çözemiyordum. Doktora gözüküp rapor aldığımda dahi, aşağılanmış gibi hissetmiştim. Topallayarak evime gittiğimde, beni tanımayan taksici, iğneleyici ve alaycı bakışlar atıp durmuştu yol boyunca. Ama en kötüsü komşularım. Hepsinin yüzünü şeytan görsün. Hepsinden nefret ettim. Beni gördükleri an kafalarıyla selam verip kendi aralarında fısıldaşmalarından gına gelmişti.


Dışarı çıkamaz oldum. İşimden kovuldum ve sağlığım, sanrım iyi değil.


Hava karardı ve ben bunları düşünüp kahve içerken berbat hayatımı düşünmekten sıkıldım. Kalktım işedim ve tekrar oturup tavanı izledim.


Hayatım kocaman bir şakaya evrilmişti. Ve elimden bir şey gelmiyordu. Kendime sövdüm. Neden bu kadar zayıf olduğum için. Ve sonra...


Sonra o genç aklıma geldi. Bana tuhaf bakış atan ve kendini odasında sallandıran o genç.


Niye o bakış aklımdan hiç çıkmadığını düşündüm. Neden yere düştüğüm zaman gözümde beliren o bakışı gördüğümü düşündüm.


Kahvemi içtim. Kafamdaki soruyu bir kenara bırakıp tavanı seyretmeye koyuldum. Ve anladım. O mavi gözlerin beni neden rahatsız ettiğini. İçimden gülmekle ağlamak arasında bir duygu savaşı veriyordu. Kazanan gülmek oldu.


Kahkaha attım.


Derinden, odayı sarsan bir kahkaha.


O bakışları gördüğüm an, biliyordum.


Ta en başından beri biliyordum.


Ve ben, aldırmadım.


Tıpkı diğer insanlar gibi.


Anne bu gece de yemeğimi yemedim...