Üniversite yıllarımda, birkaç arkadaşla kampüsün dışına çıkmış, kampüsün yerleştiği tepenin hemen ardındaki küçük, küçücük dereye doğru yürümeye başlamıştık. Bahar aylarının hissettirdiği "iyi ki varım, iyi ki yaşıyorum lan" duygusuydu galiba bizi böyle, dağlara doğru amaçsızca yürüten... Bir saat kadar sürmüştü yürüyüşümüz. Ve yol boyunca sohbet etmiş, delikanlılığın şanındandır dediğimiz sade sodalarımızı içmiştik... Küçücük deremizin yanında epey bir oturduktan sonra kalkıp geri dönüyorduk ki Özer'in çiçek topladığını fark ettim. "Derdin ne gardaş, kime topluyorsun bunları" diye takılmak istedim ama Özer, meşhur "eeeeehhh"i ile yarıda bıraktı sözümü. Lan benim başım kel değildi ya... Yani şimdi kel de, o zamanlar değildi. Dedim, "ben de toplarım arkadaş."


Bir yandan çiçek topluyor, bir yandan da bunu kime vereceğimi düşünüyordum. Ellerimdeki çiçek demeti öyle bir sayıda olmalıydı ki, demeti vereceğim kişi "hmmm, belli ki Umut'un kırda yürürken canı sıkılmış da bu sebeple toplamış ve sonra da getirip bana vermiş" desin. Çiçek demeti ince olursa, karşındakini önemsemediğin anlamına gelebilirdi. Çok kalın olursa da bu sefer "senden hoşlanıyorum" gibi bir içeriği olabilirdi. Bu sebeple demet, "seni önemsiyorum elbette ama sakın ha âşık falan olduğumu düşünme" denilebilecek bir kalınlıkta yani inceden biraz daha kalın olmalıydı. Ve elbette çiçek çeşitliliği de yine buna paralel şekilde mesela beşi geçmemeliydi.


İşte aklımda bunlarla, çiçek toplamaktan çok bunun anlamını ve kime vereceğimi düşünüp yorularak vardım fakülteye. Ve evet, sahiden de kime verecektim bunları? Neticede, elde çiçeklerle fakülte içinde dolaşmak öyle kolay da bir şey değildi o yıllarda. Hele ki benim gibi bıyıklı bir devrimci için. "Önüme çıkan ilk tanıdık kıza vereceğim" diye kurdum kafamda. Ama yapamadım. Zira milletin ortasında, elde çiçekle dolaşmak kadar, çiçek verilen biri olmak da zordu (en azından ben öyle tahmin ediyordum). La ben kime verecektim bu çiçekleri? Resmen kendi kazdığım kuyuya düşmüş, elinde çiçeklerle koridorda öylece kalmıştım. Çaktırmadan çöpe falan mı atsaydım yoksa? Yok ama, öyle bir şey yapmadım, merak etmeyin...


Efendim, benimle sadece olağan sohbetler eden ama işte tam da bu olağanlığı, olağanlığın sınırına kadar götüren bir kız arkadaş vardı. Benimle sadece ders, sınav, bazen kitap ve bazen de hocaları konuşuyordu. Ve aramızdaki muhabbet, tam da olması gerektiği kadar sürüyor ve o anda da nihayete eriyordu. Fakat şöyle bir şey vardı ki, bu olağan muhabbet bittiğinde, mesela ben alelade bir şey söylediğimde ya da sorduğumda, oldukça istekli bir şekilde cevap veriyordu. O güne kadar bir kere bile muhabbet sonu sorumu cevapsız bırakmamış, duymamazlık etmemişti. İşte yakalandığı nokta buydu. Hatta bu, birkaç gün benim için bir oyun olmuştu. Ne vakit denk gelip olağan sohbetimiz sona ererse ben, tam o ayrılırken sanki olağanlığın uzamının bir parçasıymış gibi bir söz ediyor, tahmin ettiğim ve de umduğum karşılığı alınca, içimde bir gülümseme ile yoluma devam ediyordum. Böylece o, benimle daha ziyade sohbet edebildiği için küçük bir mutluluk yaşıyor ve bunu bana çaktırmadığı için de huzurla ayrılıyordu yanımdan.


İşte çiçeği ona verdim. "Aaaaaa, çok teşekkür ederim Umuutt" dedi. Çiçeklerim öyle bir orandaydı ki tam da verdiğim kişiye "sadece arkadaşımsın. Hem de öyle yakın bir arkadaş da değil; sadece derslerden, sınavlardan ve hocalardan konuşabileceğim bir arkadaş" diyordu resmen. Az sonra ona, Alpay hocayı sordum. "Amaaan, herifin derdi bizi boş yere germek, başka şey değil" dedi. Ve sonra, "hadi görüşürüz Umut. Ayşe kantinde beni bekliyor. Çiçekler için de teşekkür ederim" diyerek merdivenlere yöneldi. Yine aynı oyunu oynuyordu ve kabul etmeliyim ki iyi oynuyordu. Hah hah! "... diplomatika sınavı açıklanmış mı" diye salladım bir şeyler. Hemen döndü ve "hııı, açıklanmış, elli beş almışsın" dedi.


Çiçekler eline çok yakışmıştı. "Keşke daha çok toplasaymışım" dedim içimden.




11 Mayıs 2022

Gültepe