Yüksek İşlevli Sosyopat


Sherlock, Sir Arthur Conan Doyle’nin yarattığı dahi dedektif Sherlock Holmes ve yakın dostu John Watson’ın hikayelerinin anlatıldığı eserlerin dizi evrenine uyarlanışıdır. Sherlock daha önce de başka dizi ve filmlerde anlatılmıştır ancak bu dizinin diğer bütün yapımlardan daha çok beğenilmesinin ve başarılı olmasının nedeni, esinlenildiği eserde 1900ʼlü yıllarda geçen hikayeyi kusursuza yakın bir biçimde yakın zamana uyarlayabilmesidir.


Sherlock, İngiltereʼnin Londra kentinde yaşayan bir danışman dedektiftir, ayrıca bu işi kendisi icat ettiği için dünyada bu mesleği yapan tek kişidir. Sherlockʼa göre işinin amacı, polislerin çıkmaza girdiği zamanlarda -ki ona göre bu çok oluyor- onlara destek olmak ve çözemediği vakaları çözmek. Sherlockʼun bu vakaları çözerken izleyicisini bu kadar etkilemesinin sebebi sadece çözdükleri vakaların zor olması değil, çözerken uyguladığı kendine özgü teknikleri ve karakterimizin vaka çözerken gösterdiği karakteristik özellikleridir. Dizinin yaptığı en güzel iş ise karakterizasyondur; biz diziyi izlerken tüm karakterlerin özelliklerini sanki yakınımızdaki bir insan gibi biliyor, yaptıkları hareketlerin alt metnini rahatlıkla okuyabiliyoruz. Karakterleri çok rahat bir şekilde anlayabilmemizin bir başka nedeni de dizinin başta Benedict Cumberbatch olmak üzere tüm oyuncularının çok güzel bir performans göstermiş olması, ayrıca “dizi oyuncuları film oyuncusu olamamış insanlardır” algısının kırılmasına da öncülük etmesidir. Karakterizasyonun güzelliğine örnek olarak başkarakterimizin dizide nasıl anlatıldığına bakalım. Sherlock karakteri uzun boyu, öncesinde takmakta zorlansa da çift taraflı şapkası, tabir yerindeyse İngilizlik akan yüzü sayesinde fiziksel olarak bize kendini çok benimsetiyor. Konuşurken çok hızlı konuşması hatta söylediğine göre bazen ağzının beynine yetişememesi sebebiyle yetişilmesi zor bir insan. En çok ön plana çıktığı özelliği olan beynini ise taşınabilir bir bilgisayar gibi kullanıyor, “zihin sarayı” gibi beynine tamamen hükmedebilmek için kullandığı yöntemler ile kafasının içindeki bilgileri istediği gibi seçebiliyor; bu seçimlerini daha çok işine yarar sağlayacak şekilde yapan Sherlock, iş dışı tüm bilgileri kafasında tutmuyor. Hatta bir keresinde “Dünya'nın Güneş etrafında döndüğünü bilmek işime yaramıyorsa neden bu bilgiyi kafamda tutayım ki?” bile demiştir.


Bu hikayenin Sherlock kadar önemli diğer karakteri Arthur Conan Doyleʼnin hikayesinde de onun yazıları kullanılarak anlatılan karakter Watsonʼdır. Watsonʼın bu dizide Sherlockʼa yaptığı en büyük katkı, Sherlockʼun bu hikaye boyunca geçirdiği karakter gelişiminin başrolü olmasıdır. Sherlock hikayenin başında tüm insani duygulardan arınmış, sadece işine konsantre olan ve zaafsız bir insandı. Dr. Watsonʼın hayatına girmesiyle birlikte bir zaafı oluştu, arkadaşlık ve vefa gibi bazı duyguları edinmeye başladı hatta bu duygular dizinin belirli bölümlerinde Sherlockʼun başına dert olsa da Sherlockʼun Watson ile arkadaş olmaktan şikayetçi olmadığını hepimiz biliyoruz. Watsonʼdan bahsetmişken onun zaafından bahsetmezsek olmaz, Watsonʼın zaafı da eşi. Watson eşini biraz geç tanısa da ona karşı büyük bir aşkı var. Eşine olan aşkının büyüklüğünü onun ölmesiyle birlikte tüm hayatının dağılmasından, en yakın arkadaşı olan Sherlock ile bile arkadaşlığı kesmesinden anlayabiliriz.


Biraz da dizinin ve İngiliz hükûmetinin en kilit ismi, ayrıca Sherlockʼun abisi Mycroft Holmesʼu anlatalım. Mycroft, İngiltere'nin ve gizli servislerinin gizli işlerini yürüten bir İngiliz ajanıdır. Sherlockʼun tam tersi olarak daha vatansever ve bazı kurallar altında yaşamayı seven, Sherlock ile yarışabilecek kadar da zeki bir insandır. Sherlock zekasını kendi özgürlüğünde kullanmayı tercih ederken Mycroft bu özelliğini ülke çıkarlarını korumak için kullanıyor. Sherlockʼtan farklı yönlerinden bahsetmişken benzer yönlerinden de bahsetmeliyiz. Mycroft, Sherlock gibi insandan daha çok bir robota benziyor hatta dizinin son bölümlerinde Watsonʼun bebeğine yaptığı ''ne kadar işlevsel görünüyor'' yorumu onun ne kadar insanlıktan uzak olduğunu gösteriyor. Ayrıca Mycroft sanıldığı kadar da güçlü bir psikolojiye sahip değil, ebeveynlerinden ve kardeşinden sakladığı bir kız kardeşinin olması, bu kadar büyük bir yalanı uzun senelerdir saklamak onu çok yoruyor ve hikayenin sonunda bunun ortaya çıkması onu çok güçsüz duruma düşürüyor. Mycroft bölümünü ondan bir söz ile bitirelim: "Biraz normallik iyi gelebilirdi ama an itibarıyla elimizde ondan pek yok.''


Sıra dizinin en tartışmalı karakteri olan Eurusʼta. Çoğu kesim tarafından üç sezon boyunca mükemmel gidişatı olan diziyi dördüncü sezonda bozduğu söyleniyor ve en iyi dizi unvanını Breaking Badʼe kaptırmasındaki neden olarak gösteriliyor. Şahsen benim için de Eurus karakteri ve dördüncü sezon büyük bir hayal kırıklığıdır. Eurus, hikayeye göre Sherlockʼun kayıp kardeşi ve ne Sherlock ne de başka biri ile mukayese edilemeyecek kadar yüksek bir zekaya sahip. İşte tam bu anda dizide eleştirilebilecek ve gerçekliği bozacak bir olay oluşmuş oluyor. Zaten Sherlock gibi insanüstü zekaya sahip bir kişiden daha zeki bir karakter oluşturulmak istendiğinde o karakterin -yani bu dizide Eurusʼun- özellikleri doğaüstü özellikler olmaya başlıyor. Dizide dördüncü sezona kadar doğaüstü özelliklere rastlanılmaması ve Sherlockʼun çözdüğü tüm vakaları belirli bir mantığa uygun olarak çözmesiyle dördüncü sezon ve diğer sezonlar arasında büyük bir çelişki oluşuyor. Keşke sonu böyle olmasaydı desek de artık Game of Thrones, How I Met Your Mother gibi dizilerden iyi dizilerin sonunun kötü olmasına alıştık.


Gelelim kötü karakterlerin en zekisine, Sherlockʼun kendisine en fazla benzettiği kişiye; Moriartyʼe. Moriartyʼnin aslında kötülük yapmak için hiçbir nedeni yok hatta Sherlock ile düşman olmak için de bir nedeni yok; para, güç, şöhret hiçbirini aramıyor. Kovaladığı tek bir şey varsa o da eğlence ve zekasını yarıştıracak insanlardır. Moriarty kesinlikle ne sıradan bir insan ne de sıradan bir kötüdür. Moriartyʼnin duygu durumunu tek kelime ile özetlemek gerekirse bu kesinlikle “takıntılı” olurdu. Dizide de gördüğümüz gibi Sherlock hakkında kurduğu planı tamamlayabilmek için kendini öldürmesi onun takıntılılığının ne seviyede olduğunu göstermek için yeterlidir. Dizinin başından sonuna kadar hatta Moriarty öldükten sonra bile gözle görülemeyecek bir satranç mücadelesi dönmektedir hatta Moriarty-Sherlock savaşının kendi içerisinde kuralları bile vardır. Sherlock Moriartyʼnin hamlesini bekler hatta her fırsatta Moriartyʼnin yaptığı hamlelerin ne kadar zekice olduğunu söyler ve tam olarak atasözündeki gibi yiğidi öldürür ama hakkını yemez.


Eğer yazıyı beğendiyseniz beğenmeyi ve yeni yazılarımı takip etmek için beni takip etmeyi unutmayın.


Bu yazıya bir Sherlock sözü ile veda edelim: ''Bir halka en zayıf halkasından daha güçlü değildir.''