''Nasipse Adayız'' filmi için ''Ülke siyasetinin çok iyi işlenmiş yerel dokusu,'' dedikten sonra, esere biraz daha uzaktan bakarsak direkt olarak insanı anlattığını söyleyebiliriz. Doymayan ve daha iyi olmak için hayatın kendisini kaçıran insanı. Geldiği yerin kıymetini bilip konforunu yaşamak yerine, daha ileriyi isteyip yine bir telaş içinde yok olup giden insanı. 


Şöyle bir bakacak olursak, lise yıllarını heba edip tıp fakültesini kazanırsın. Sevinmeye vaktin olmaz. Bu kez gençliğini heba edip doktor çıkman gerekir. Yine ''yetti'' demezsin, TUS'uydu, uzmanlıktı derken ömrünün yarısı geçmiş olur ve bir gün, nihayet kendini bir hastanenin koridorunda, bembeyaz önlüğünle, stetoskopunla, aman Yarabbi, yürürken bulursun. Hocam derler, doktor hanım, doktor bey derler. Ülke şartlarında sorunlu bir hasta yakını tarafından dayak yiyip öldürülmezsen de iyi bir yerdesindir aslında. O gün gelmiştir artık. Durup hayatın tadını çıkarma, nefes alma günü... mü acaba? Elbette hayır, işte burada, Dr. Kemal Güner karakteri üzerinden, insanın doyumsuz doğasını izleriz. Ne demiştik, doktorluk yetmez, bu kez de birkaç hekim arkadaşınla ortak özel hastane açarsın. Fakat yine yetmez, ilçe belediye başkanı olmak istersin. Sonra birden, kebap yiyen bir mobilya esnafının karşısında el pençe otururken bulursun kendini; takma dişlerini çıkarır, senin cebine koyar, şunları sizin hastanede bir ayarlayıverin, der. Üç beş oy gelecek diye ''tamam'' dersin, elini sıkarsın. Cebindeki takma dişleri, tiksinerek yoklarsın. Sonra ne idiği belirsiz bir hocanın elini öperken bulursun kendini, icazet verir güya ama bedavaya değil tabii, kulak doktoru sorar sana. ''Check-up yapalım.'' dersin, gönlünü alırsın. Yüzüne bakmaz yine. 


Sonra bir adama çarparsın yolda. Doktorsundur ve her şartta önceliğin iyileştirmek iken, artık kaçıp fil heykellerinin arkasına saklanıyorsundur. En sonunda bir de şoföründen dayak yersin. Tam olur. Ha bir de eski karın enteresan bir ecnebi tiple beraberdir. Yani aslında çok öncelerde, sabah kalktığında "Daha fazlasını istemiyorum." diyerek uyanmış olmayı becerebilseydin, bu tuhaf çukura hiç düşmemiş olacaktın sayın Dr. Kemal Güner.


Bizi her gün o tuhaf çukura doğru sürükleyen bir Kemal Güner'le yaşıyoruz aslında. Hepimizin içinde o var. Filmin sonundaki konfeksiyon atölyesi sekansı ise ayrı bir inceleme istiyor. Bir tarafta asgari ücretle çalışan iki büklüm tekstil işçileri, diğer tarafta şehrin siyasileriyle oturup kalkan ve evine kırmızı et götüremeyen işçilerin yanında; Tekirdağ içen, kuzu pirzola pişirip yiyen bir patron. İşçilere sürekli emirler yağdırırken, pirzolasını ancak siyasilerle paylaşan bir patron. Aynı anda "güya" vatandaşları düşünerek yola çıkan, bizden biri, aday adayımız Kemal Güner'in bu tatsız ortama karşı duyarsızlığı. Ve tam olarak burada biten bir film... 


Ercan Kesal'ın bu dokuda gani gani eser vermesi dileğiyle ''Nasipse Adayız'' filmini ayakta alkışlıyorum. Seyircisi ve anlayanı bol olsun.