Bir demet gelincik ya da havanın pembeye büründüğü o saatler… Zihnimin bir kanvas olmasına yardımcı olurlar. Belki tanıdığım, belki tanımadığım, hatta tanıyıp da bilmemeyi seçtiğim o ellerin ıslak yanaklarımda bir gezintisidir bu tuvalin boyası. Fırçanın her bir darbesi incedir, üzerine özenilmiş ve insanı insan yapan her algısıyla da süslenmiştir. Her darbe taze derimin yüzeyinde zıplar, oynar ve yatar. Ev dediği kavramı bulur hatta, sonuçta bendini en doğal ve insan bulduğun yer senin barınağın değil midir? Değerli vaktini vücudumu tanıyarak geçiren o fırçanın kılları, beni kendimle kavuşturan her yerimi görmek ister. Bu belki de benim kalın kalbimdir, kaç yılın ağırlığına rağmen hızını hiç kaybetmeden atan. Beynim de olabilir; her kıvrımı eşsiz, kalabalığına yenik düşmüş, ne kadar bağırsa da sesini asla duyuramayan o yorgun beynim. Belki de mosmor olan o şişik gözlerim ilgisini çekmiştir, her türlü azabı fark edip içinde tutar o.


Her tarafımı inceleyip benle bir olmadan bitirmedi keşfini fırça. Tekrar ve tekrar ve tekrar denedi; vücudumun nefes aldığını hissedene kadar, kanımın damarlarımla organlarıma sarılışını kaçıramazdı. Son göreviydi bedenimdeki tüm duyguları süzmek, içime daldı ve daha da derine daldı. Kemiklerim görünene kadar, hiçbir insanlığımı boşa bırakamazdı. Çünkü o anlamıştı, insan olmanın bende bir anlamı kalmamıştı artık. Başka bir insanın yüzü gözükmedikçe sigaramın dumanında, ya da bir melodi kafamı kaşıdığı zaman… Başka bir insan olmadıkça benim boş, soğuk omuzlar mı dolduracak ya da bana tekrar hissetmeyi öğretecek; insanlık bana boştur. Ben insan değilimdir o zaman, daha tanımadığım tanışmadığım varlıkların ölümcül özlemini çekiyorsam. Doğup büyüdüğüm, içinden geldiğim topraklardan bile sıla çekiyorsam ben insan yurduna ait değilimdir. Ya insan kölesi ya da tanrısı, ben insan olamam.


Utanmaz fırçam, sanki marifetmiş gibi içimdeki her parçacığı sönümledi. Ben de isterim kanvasım en geniş resimle dolsun ama kendimi bir iki darbe için öldürmek benim için de yeni bir konsepti. Umarım bu güzel bir tuvale dönüşmeye değerdi, çünkü insanlığımı harcamak istediğim ilk yer burasıydı ve sadece bu amaçlaydı. Başka ne türle ruhumu huzura kavuşturabilirim? Ey sanat tanrıları, tanrıçaları; siz kendi bendimi ve insanlığımı takdim edince siz de bana gücünüzden bir tadımlık verin. Yarattıklarım bu fırçanın gücüne bakmasın, üstüne çıksın hatta. Ben de yükseleyim göklere ve sizinle bir olayım, gurbetlerden sonunda ayrılıp evime dönmeme izin verin.


Bir demet gelincik ya da havanın pembeye büründüğü o saatler… Birkaç kara bulutun biraz fazla kara buluta dönüşmesi çok kısa sürmüştü. En son baktığımda gece karanlıktı, kanvas karanlıktı. Kanvas boş değildi fakat boş olmayan tek şey oymuş. Dolu olduğunda gelecek hissin içimi dolduracak ve beni boşa harcanmamış gibi düşündüreceğini tahmin etmek benim hatamdı galiba. Gözlerim yine yorgundu, kalbim ve beynimle birlikte. Hissettiğim son hissin vücudumda dolanan sıcak bir sıvı olunca kapattım tüm algılarımı dünyaya. Benden bu kadarmış.


Ben insan olmasam da artık, insanlığımı bununla yaşatın isterim. Bir kağıt parçasında kalsın sonum. Oradaki her bir darbe gibi ben de bu büyük evrende karışıyım herkesin arasına. Belki birkaç asır sonra unutursunuz beni, ama bu asır olmaz.