Ustalıkla kaleme aldığı roman ve novellalarla özellikle son yıllarda popülaritesi daha da artan Stefan Zweig yazdığı biyografi eserlerinin keşfedilmesiyle de göz dolduruyor hatta okuyan çoğu okur biyografilerinin, yazdığı diğer türlerin çok çok önüne geçtiğini söyler. En çok bilinen biyografi eserleri: Bir Politikacının Portresi: Joseph Fouche, Mary Stuart, Amerigo/Tarihi Bir Yanlışlığın Hikayesi, Balzac Bir Yaşam Öyküsü, Rotterdamlı Erasmus: Zaferi ve Trajedisi, Kendileriyle Savaşanlar: Hölderlin – Kleist – Nietzsche ve daha sayamadıklarım…


Geçtiğimiz günlerde okuduğum, lirik şiirin en önemli temsilcilerinden Rilke’ye ait Duino Ağıtları şiir kitabının giriş bölümünde Zweig’la karşılaşmış, Rilke’nin ölümünden sonra yaptığı iki konferans metninin çevirilerek basıldığını fark edip kitabı edinmiştim zira Zweig’dan Rilke’yi okumak, okurken dinliyormuş hissini yaşamak arzusuna kapıldım. Neden dinliyormuş hissi dedim çünkü Zweig biyografilerini okumuş olanlar bilir ki sohbet tadında, okuyor değil de dinliyormuş hissi yaratır. Böylesine samimi bir dille biyografi yazmak özel bir becerinin ürünü diye düşünürüm. 


Rilke'ye Veda kitabını Zweig'ın yazdığı diğer biyografi eserleri gibi değerlendirmek zor çünkü sadece iki konferans metninden oluşuyor. İlk konferans konuşması Rilke’nin ölümünden iki ay sonra Münih Devlet Tiyatrosu’nda yapılmış. Zweig Rilke’nin sadece şiirinden etkilenmediğini hali, tavrı, yaşantısıyla da şiirin ta kendisine dönüştüğünü dolaylı dille anlatır konuşmasında. Şiir bir yaşam biçimidir Rilke için ve varlığının dışa vurumudur. Konuşma Rilke’yi ve şiirini müzikle ilintilendirerek başlar. Bu başlangıç bana göre oldukça yerinde ve dikkate değer bir detayı barındırıyor çünkü müzik şiirin kelimelere, sözcüklere, satırlara dökülemeyen hali ya da tersini ifade etmek gerekirse şiirin melodilere dönüşmüş hali; saf duyuş, hissediş, kelimelerin büyülü ormanında boşluğu dolduran, soluduğumuz havaya karışan şeydir. 

“Bugün birlikte yasını tuttuğumuz kişiyle, Rainer Maria Rilke’yle hakkıyla vedalaşmamıza bir tek müzik tanıklık edebilir, söz içimizden bir tek onun içinde eksiksiz müzik olmuştu.”

“Yaşamın tüm biçimleri mısralarının şarkı söyleyen aynalarında resmini arıyordu.”


Konuşmanın devamında Rilke’ye dair öyle zarif ifadeler var ki bunlar sadece şairi anlatmakla kalmıyor yazar ve şairlere yol gösteren bir küçük rehbere de dönüşüyor. Devamında kurduğu bir cümle şiir nedir sorusuna verilecek en iyi en zarif yanıt olabilir diye düşünüyorum. Yani şiir;

“Kanının orta yerinde bir takım nehirlerin akmaya başlaması, bunun sonradan bizim duygularımıza girmesi, orada şimdi de çağlaması…” 

“Bin yıllık dil” in, sözün eskimezliğinin, bir şairin ağzında taze bir anlatıya dönüşen kelimelerin, dünyevi nedenlerle açıklanamayacağı bahsiyle daha da derinleşiyor konuşma. Rilke’nin Genç Bir Şaire Mektupları’ndan da bir bölüme yer vermiş Zweig. Dikkate değer tavsiyelerin olduğu uzun bir alıntıda Rilke, yaşanmış anıların, deneyimlerin, bir mısra uğruna görülmeye değer birçok kent, insan, nesne, doğanın önemiyle başlar, uzun uzun anlatır ve şöyle bitirir:

“Sadece anılara sahip olmak yetmez. İçimize girip kanımıza karıştıkları, bakışımız ve davranışımız oldukları zaman isimsiz ve bizden ayırt edilemez olduklarında, işte beklenmeyen o anda bir mısranın ilk sözcüğü anıların ortasından ayağa kalkar ve sizden ayrılır.”


Evet bir şiirin ortaya çıkışını böyle anlatır. Bu aslında sadece şiirin değil bir edebi metnin de ortaya çıkışıdır bana göre. Verdiği bir röportajda Cioran da benzer şeyleri vurgulamıştı:

"Kesinlikle hiçbir şey anlamamış büyük yazarlarla tanışabilirsiniz. Bunlar, yetenekleri olan ama değersiz kimselerdir. Tam tersine sokaklarda, bir barda, sizi aydınlatan, derinlere inebilen, büyük sorunları ele alabilen kimselerle tanışabilirsiniz. Sorunlu karakterler... Kendine âşık filozoflardan çok daha ilgi çekicidirler. Ancak gerçekten de bu tarz insanlarla iletişim hâlinde olarak çok şey öğrendim. Bu anlamda entelektüel ortamlara uyum sağlayan biri olmadığımı söyleyebilirim.” derken yaşamın içinde olmayı, gözlemi, yaşanmışlığı ve deneyimi vurguluyor aslında. 


Zweig’ın üzerinde durduğu, belki birçok kişi için çekici gelmeyecek ama benim dikkate değer bulduğum konulardan biri de bir şair/yazar için büyük öneme sahip olan dinleme yani alıcı konumunda olmaya dair söyledikleri. Konuşmak sermayeyi tüketir, dinlemek ise birikimdir çoğunlukla.

“Neredeyse her yere gitti, çoğunlukla yalnız olarak, nadiren konuşarak, hep dinleyerek ki bütün bu heyecanla gözlemlenenler, susarak içe çekilenler günü gelince şiirde konuşma ve müziğe dönüşsün ve karşılaştırmaların yaratıcı oyununda birbirilerini güçlendirsinler."

Dinlemek muhatabın karşısında sadece susmak ya da dinliyor görünmekten fazlasıdır. Zweig’ın Rilke’den örnekle ‘Katılımcı dinleme’ diye ifade ettiği şeyden bir çoğumuzun yoksun olduğu bir gerçek. 

Görüldüğü üzere kitaptaki anlatım klasik bir biyografiden ziyade Rilke’nin hayatındaki küçük detaylardan oluşan kısa ama detaylarla katmanlar halinde zenginleşmiş, hayata dair izleri rehber edinmişlere çok şey anlatacak, yol gösterecek görkemli bir anlatı. Kitabın son bölümlerinde Rilke'ye ait birçok fotoğraf yer alıyor. 

Kitaptan birkaç alıntı ve Rilke’nin Duino Ağıtları’ndan dizelerle yazımı bitirmek istiyorum. 


“Susmayı ve yapıtta kendini gizlemeyi öğrenmeli ki her nesnenin kendine has özü dile gelebilsin”


Hastalar gibi dili yakınma için kullanıyorlar, nerelerinin ağrıdığını betimlemek için, oysa sert biçimde kendilerini sözcüklere dönüştüreceklerine, tıpkı katedral yontucusunun taşın geniş yürekliliğini hiddetle dönüştürmelilere”


“İşte genç Rilke’nin talep ettiği yeni ve kahramanca görev: kendini dönüştürmek, kendini geride hiçbir kırıntı bırakmadan yabancı bir yapının içine çözülmeye bırakmak…”


“Böyle içine eğilerek ve günümüz gürültüsü ve edebiyatından çekinerek bir bulutla çevrili gibi geçti. Ve bir bulut gibi, sessiz ve itişip kakılmadan, sonsuzluğun yansımasıyla öte tarafa gitti.”

 

Duino Ağıtları’ndan:

Bize kalan belki de

Bir ağaç, bir yokuşun başındaki, her gün yeniden 

Görebileceğimiz; belki de bize kalan, geçmişin sokakları;

Ve çeke çeke uzattığımız bağlılığı bir alışkanlığın…” (Birinci Ağıt)


“Fakat tüm yaşayanlar

Yanılgıya düşmekteler, büyük ayrımlar yapmakla” (Birinci Ağıt)


“Kabul ettiriyoruz birdenbire kendimizi rüzgarlara zorla,

Ve çullanıyoruz üzerlerine kayıtsız göllerin,

Bilincindeyiz aynı zamanda çiçeklenmenin ve solmanın.” (Dördüncü Ağıt)


“Kim oturmamıştır ki kaygılı, perdesinin önünde kendi kalbinin?” (Dördüncü Ağıt)