Bir gün çorba karıştırırken hayatımın da karıştığının farkına vardım.


Kalbim ağrıyor. Sahici bir ağrı… Alışılmadık değil de alışamadığım bir hızla atıyor. Bu ağrıya et kesiği diyebilirim, attıkça ağrı çoğalıyor. Ya hareket etmeyi keserse diye korkuyorum bir an. Nefes alamamak korkunç bir şey. Ölecek gibi hissettiriyor ki haklı da. Nefes alamazsam öleceğimi adım gibi biliyorum. Yeni bir şey değil, ilk Havva keşfetmiş nefes alamayınca ölüneceğini. Yani kesin böyle olmuştur. Bir gün Havva, Adem'den önce ölmeye karar vermiş ve bum, ateşten önce nefes alamamak keşfedilmiş, hem de ölerek. Ne saçma! Ama Leyla, erkekler kadınlardan önce ölüyormuş; kadınlar erkeklerden uzun yaşıyormuş. Adem keşfetmiş olmasın? Olsun tabii ya, olsun da kaçırdığınız bir nokta… Erkekler eceliyle ölür, kadınlar ölmeye karar verir. Biz karar veriyoruz işte, inanmıyor musun? E iyi, inanma.


Karar verilen ölümler kadar nefes alamamanın da oldukça çeşidi var. En ölümcülü ölmek, sonrasında panik atak geliyor. Sıralamayı Allah değil de ben yapmış olsaydım ilk sıraya panik atağı getirirdim. Lanet bir şey! Havva nefessiz kalıp öldüğünden beri cebimde kese kağıdı taşırım ben. Ah, bin aksi şeytan, şu nefessiz kalmak keşfedilmeseydi hayatım ne de güzel olurdu! Nefesten bahsediyorduk, en yok haline ölüm diyoruz biz onun.

Ölüm, nefesin olumsuz hali mi? Peki ya ölümüm zıt anlamlısı nedir? Tabii ki panik atak! Az-çok, var-yok, git-gel, ölüm-panik atak… Ne mi alaka, bunun da bir alakası olmayıversin canım. Annem de bana zıt mesela, çok mu alakalıyız. Tamam, göbeğinden göbeğime bir yol var görünmeyen ama inan, alakalı sayılmaz.


Mutfaktayım, çorba karıştırıyorum. İnsan çorba karıştırırken bazen o girdaptan geçmişe gidebiliyor.


İlk panik atağımı geçirdiğimde ismim Havva değildi ve ben on beş yaşındaydım. Dünyada ilk günüm de değildi. Eğer öyle olsaydı pek tabii bu bir panik yaratırdı bende, normal karşılardım. Doğumla bir değil çünkü bu, birdenbire on beş yaşında dünyaya gönderilmek yani... Eminim Havva da panik yapmıştır ve o da dünyaya gönderildiğinde kesin on beş yaşındadır. Çünkü on beş yaş tam da elma yeme yaşı. Yeşil değil, kırmızı… Ne diyordum, ilk panik atak… Ama hayır, ona gelmeden önce size anlatmak istediğim başka bir şey var: Sulu, ıslak, dalına ağır, olgun, kırmızı elmalar… Kırmızı dünya elmaları, dünya kırmızı elmaları, elmaları kırmızı dünya… Ne zaman marangoz çırağı bir ısırık alsa, ağacın ayaklarının altına cennet serilen kırmızı elmalar… Başka bir ısırığı babam alsa, dayım alsa, Hüseyin alsa mesela, Adem alsa… Hayır, aynı elma değil! O yüzden Adem de alsa… Fakat Havva almasa bizi dünyadan da kovdurtur bu elma. Dünyadan sonra gidecek yer de kalmıyor, buradan da kovulursan kaldın mı öyle dımdızlak!

Zor tabii yersiz yurtsuz kalmak. Kırmızı elmayı bizler hiç sevmeyiz bu yüzden bize el ayak olmadıkça… Biz işte, annem, ben, Havva, Ayşe ve kuması Fatma… Kendimi de kattım ama saklıyor olabilirim kendimi kendimden dolaba saklanarak. Nereden çıktı şimdi dolap? Ah bin aksi şeytan, şu tahtakuruları yiyesice ahşap dolap! Büyük büyük ninemden ninesine ve ondan da kala kala anneme kalmasaydı hayatım ne güzel olurdu! Dolap olmayınca, çıkardım dolaptan!


Dolaptayım, on beş yaşındayım ama ismim değil Havva. İlk panik atağım dolabın içinde… "Anne" diyorum, bir ateş basıyor, "yeşil değil, kırmızı elma seviyorum." Sesim içimde. Duymuyor annem haliyle, başım dönüyor. Duysun diye sesimi çıkartmak istiyorum. Kalbim ağrıyor. Anne, diyorum. Kulaklarım çınlıyor. Bir bardak suya ihtiyacım var. Dolabın içindeyim, sesim içimde. Çıkmam gerek buradan, tokmak nerede? Dolabın içindeyim, sesim içinde, dehşet içindeyim, sesim içimde, çıkmam gerek buradan, tokmak dışarıda. 


Ruhum


Vücudumun


Dışında


Anne, diyorum. Yeşil değil, kırmızı elma, güm güm, yeşil, güm değil, kırmızı güm elma. Nefes alamıyorum. Nefes alamıyorum. Anne, kırmızı öleceğim. Nefes alamıyorum, yeşil elma.


Girdap. “Ne yapıyorsun?" Annemin sesi. Mutfaktayım. "Çorba." Karıştırıyorum. "Ne çorbası?” Girdap. “Mercimek.” diyorum. “Mercimek sevmem.” diyor. Karıştırıyorum. Girdap. “Anne,” diyorum. “Yeşil değil, kırmızı elma seviyorum.” “Biliyorum.” diyor. Bir gün çorba karıştırırken hayatımın da karıştığının farkına varıyorum. “Bir kase de Havva’ya götüreceğim, o sever.” diyorum. Bir kaseye çorba dolduruyorum. Havva’ya çorba götürmeden önce kese kağıdıyla kendimi boğuyorum.