Güneşin ışınları, gözlerini oyan bir kaşık gibi onu rahatsız etti ve sekiz saatlik yetersizlik uykusundan kalktı. Dün sabah erken saatlerde yaptığı kahvaltı ile midesinin boş kalarak can çekişmesine izin vermişti, mide şarkısına başlamış, ona seslenen başka bir canlı gibi tüm ses tellerini kullanarak yardım istiyordu. Açlık sorun değildi, sadece sesleri susturmak istiyordu ve sesleri susturmak için susturucu görevi gören besinlere doğru, onların saklandığı yemek mahzenini açtı, bozuktu. Sanırım motoru dün gece arıza vermiş ama o deri uykuda bunu fark etmemişti. İçerideki bütün yiyeceklerin rengi değişmiş, üzerine sürdükleri koku değişmişti. Acil durumlar için sakladığı dolaba yöneldi ve oradan bir kaç atıştırmalık aldı. Yediği herhangi bir şeyden tat alamadığını hissetti, kalkıp aynaya doğru yöneldi ve düne göre eskimiş kendisini süzdü. Yüzünü yıkadıktan sonra üzerine gündelik bir şeyler giyip markete doğru çıktı. Hava gri bir tabloyu andırıyor, üzerine düşen her yağmur damlası tuvalinde yeni bir boya oluyor, gittikçe karmaşık bir tuvale bürünüyordu karakteri. Marketin ağır kapısını hafifçe açtı ve arkadan gelen ihtiyar için kapıyı açık tutmaya devam etti, teşekkürünü aldı. Marketten aldığı ilk şeyin teşekkür olması onu biraz huzur içinde hissettirdi. Bu gibi şeylerin bedava olduğunu herkes biliyor ama kimse kolay kolay başkasına satmıyor, kendisine saklıyor ve sakladığı şey gün yüzüne çıkamadan çürüyüp gidiyor. Marketten gerekli malzemeleri aldıktan sonra eve doğru yola koyuldu. Midesinin sesi susmuştu sanırım bunun nedeni bir uğraşının olduğu gerçeğiydi. İnsan uğraşta olunca içindeki acıyı, nefreti, hüznü, kini, kırgınlığı unutuyor içinde adını koyamadığı o boşluk duygusunda duygusuzluk ile hayatına devam edebiliyordu. İnsan olmanın en mükemmel işlevi buydu ona göre uğraş. Bir kaçış. Evin kapısını açıp torbaları tezgahın üzerine koydu ve dikkatini bozan o sese inanılmaz bir şekilde odaklandı. Bu ses yan komşusu Necmi Bey ve Selma Hanımdan geliyordu. Odaklandı ve birbirleri arasında geçen bu diyalogdan birkaç ses çalmak için kulaklarına hırsız maskesini taktı, dinledi.

Necmi Bey '' Seninle yaşarken kendimi kaybolmuş hissediyorum, bıktım, usandım. Senin bu gözlerinden, kendi gözlerimin ışıltısını kaybettim, yoruldum. Seni her defasında affetmekten, seni sevmekten, seni daha çok sevmek isteyip sevememekten, kendimi huzurlu hissetmek için hangi sularda boğulacağımı, hangi sokaklarda yürümem gerektiğini, kimlerle güleceğimi, kimlere nefret dolu gözlerle bakmam gerektiğini unuttum. Bana her şeyi unutturan bu yüzünle, kokunla yaşamaktan yorulmasam da bu iğrenç, sefil karakterinle yaşamaktan yoruldum. Oysa başlarda farklıydın bana denizleri hatırlatırdın, sakin, içinde binlerce mercanı, güzel taşları olan bir denizi... '' dedi ve o sırada gözlerinin dolduğunu hissettim nedense. Ardından bütün bu fırtına biçen sözlere karşılık vermek üzere Selma Hanım bir sapan gibi gerildiğini hissettim. Taşlarını özenle seçiyor, hedefe vurmak için gözünü kırpmıyor gibiydi ve o da fırtına eken sözlerini savurdu. '' Ah Necmi, okuduğun saçma sapan kitaplardan aldığın bu sözlerle benim kalbimi yumuşatacağını sanıyorsun, o kelimelerin sadece kitaplarda etkili olduğunu gösteremedi mi benim ruhum? Bu kadar duygusal olmadan önce bana kaybettirdiğin duygularım hakkında konuşmaktan neden kaçıyorsun? Kumar bağımlısı olduğun için bana kaybettirdiklerin, zamanımı, paramı, gençliğimi neden konuşmuyorsun? Her gün alkollü bir şekilde gelip o aşık olduğun yüze hiç bakmadan parçaladığını neden konuşmuyorsun? '' sanırım Selma Hanım'ın da gözleri doldu ve kapıyı çarparak dışarı çıktı.

Tüm bu olanlara kayıtsız kalmış olmanın verdiği suçluluk duygusuyla yemeğini hazırlamaya başladı. ''Engelleyebilirdim''. ''Birkaç gece aklıma gelen bu düşünceden kurtulabilirdim'' düşünceleri aklına geldi, fakat yemeğin kokusu aklını karıştırdı. Yemeğini yedi ve sindirimin sağlıklı olması için biraz uzanmaya karar verdi. ''İnsanların ilişkilerinde bu çatlakların sebebi, insanların gerçekten birbirini tam olarak hiçbir zaman tanıyamayacak olmalarıydı. Kimse kimseyi tam olarak tanımak istemez, kimse de tam olarak tanınmak için hareket eder. Bunun bir kabusla sonuçlanacağını bildiği için her zaman kendini karşı tarafa yarım bırakır, yarım olanı kendine bırakır. Yarım olanla hayatına devam etmek ister, başaramaz. Tek ayakla yürümek, tek gözle görmek, sevgiyi, hüznü yarım yaşamak onu çürütür. O da çürümesini göstermemek için mutluluk pelerinini takar, ilişkisinde mutlu olduğuna inandırır kendisini, oysa bilseydi karşı tarafın bütününü, öğrenilseydi kendi bütünü, kaybederdi bütün bütünlüğünü. İnsanın tanınması bu kadar dehşet verici bir şey işte'' diye kafasının içinde zihninin okuduğu tiradı, gülerek karşıladı tavana karşı. Yeterince uzandığını düşündükten sonra uzandığı koltuktan kalktı ve dışarıya, dünden sözleştiği arkadaşı ile buluşmak için giyimini tamamlayıp evden çıktı. Apartmanda Necmi Bey ile karşılaştı, hiçbir şey olmamış ama birçok şeyin olduğu bilinciyle kapalı bir selamlaşma yaşandı. Arkadaşı Sefer ile buluşmanın yeri olan tekel bayinin önüne geldi, hava sabaha göre açılmış hafif bir rüzgar esiyordu. Yüzünü okşayıp masaj yapan bir eli andıran bu rüzgarlı havalarda Sefer ile dolaşmaktan büyük zevk duyar, aralarında geçen diyalogları bir kitap haline getirme hayali kurardı. Sefer'i gördüğü an onu görmemiş gibi yaptı. İnsanın bu tür bir duruma neden kendini soktuğu bilinmez, belki de göstereceği sevinç, beklenti karşı tarafa gösterildiğinde kendini ezik hissetme duygusuna sebep oluyordu, bilmiyordu. Sefer tokalaşmayı sevmezdi, bunun Anadolu'ya ait bir gelenek olmasından dolayı tiksinir ama bununla alaycı bir şekilde dalga geçerdi. Klasik başlangıç sohbetlerinden sonra konu derinleşmeye başlar ve ikisi de hayatın, insanlar tarafından görülmek istenmediği kısımlardan konuşmaya başlar, fikirleri kılıçlarını kuşanır ve çarpışa çarpışa gece biterdi. Bir gün yine aynı bu gecelerden birinde şu soruyu sordu- Ölümün dünyada bu kadar basit ve dile kolay olması sence rahatsız edici değil mi? Bu kadar insanın ölü olup bu kadar insanın daha da ölecek olması, kendimizi bu dünyada hiçleştirmemize sebep olmaz mı? Zaten hiçleşmeye bu kadar arzulu bu beyinler için ölüm veya sonsuzluk fikirleri hayatı, yaşama içgüdüsünü bu kadar basit yapıp, hayatı ciddi yaşamaktan uzaklaştırmaz mı?- Sefer düşünmeye başladı, sanki düşünce dumanı görevini gören sigarasını içine çektikçe düşünceleri kabarıyordu, ve konuşmaya başladı. Ölüm rahatsız edici bir şey değil, çoğuna göre bir kurtuluşu simgeleyen bir eylemin genellikle rahatsız edici olduğu söylenemez ayrıca dediğim gibi bunca acı varken bir kurtuluş bileti olabilir, insanın kendini öldürebilmesi belki hayatın bir hediyesidir. Hiçleştirme konusuna gelince, ölüm olmasaydı da bir süre sonra hiç olacaktık, yaşanmış ve yaşanabilecek her şeyi sonsuzluğun içine koyarsan onunla bütünleşeceksin, şunun gibi düşünebilirsin '' Her şeyi bilmek için, hiçbir şey bilmemek gerekir'' ve bunun sonucunda hiç olacaksın. Hayatı ciddi yaşamak, geçmişine bağlı bir olay örgüsünün son iğne darbesi, son işlediğin nakış. Bence insan hayatının bir yılına kadar bir örgü örüyor, o örgüden yaptığı kıyafeti üzerine geçiriyor ve ona göre yaşamaya devam ediyor. Bu giydiği şeyse onun ciddi yaşaması veya yaşamaması gösteriyor. Yani ölüm aslında sadece gizli özne. Düşünmeye sevk eden bu cümlelerin ardında fikirleri sedye ile acile gidiyormuş gibi hissetti. Fikirlerine acilen müdahale eden fikirleri, fikirlerini düzeltmek için türlü fikirler kullanıyordu. Sefer ile ayrıldıktan sonra evin yolunu tuttu, az önce ikiydi şimdi sıfır. Apartmanın girişinde Selma Hanım'ı gördü, sabah Necmi Bey'e selamı vermedi, anlaşılmaktan korktu. Daha samimi bir selamlaşma ile yanından geçip kendi dairesine doğru yöneldi. Acıkmıştı, bir tane yeşil elmayı yıkadı ve midesine sundu. Yarın işi yoktu, uyuması için sebepte... 

Sabah kalktığından tekrardan aynı sesleri duyduğu için rahatsız oldu. Necmi ile Selma yine tartışıyorlardı...