Yazın kavurucu sıcaklığında, sonbahar akşamlarında esen tatlı serinletici rüzgar gibiydi. Anlam veremediğim bir durum içerisinde buldum kendimi, çok yabancıydım o duyguya duvar örmüştüm adeta. Fakat sonra teslim oldum, meğer teslim olduğum an kendi ellerimle uçurumdan aşağıya atmışım o duyguyu. Sonra öğrendim ki bir arzunun peşinden koşarken aldığım zevk, elde ettikten sonra aldığım zevkten katbekat daha müthişmiş. İnsan her daim kendinde olmayanı arar durur, daha cazip gelir o “olmayan.” Gecekonduda yaşayan bir ailenin henüz hayatı yeni yeni keşfetmiş parlak gözlerle etrafa bakan çocuk gibi lüks binalar görünce onlara sahip olmak için kendi omzuna birçok yük bindirmesi gibi bir şey herhalde bu durum. Hayal etmenin de istemenin de yaşamanın da bir sınırı olmalı özellikle bir şeyler isterken ölçülü istemek gerekiyor.. Evet, o malum duygu aşk. Aşkı ben ünlü filozof Plautus’un sözleri ile tanımlamayı doğru buluyorum: “Aşk, elinde olanı değil; olmayanı ister.” Sanırım sözlerin gücü ve Kudret’i bu satırlarla daha da anlamlı oluyor. Nasıl ki evren ikilemler üzerine kuruludur, aşk da kendi içinde ikilemdir, hem iyidir hem kötü hem güzel hem çirkin hem siyah hem beyaz. Ortası var mıdır bilemiyorum...

Sevgilerle...