Uzunca bir süre çalışmasak bile bize yetecek kadar iş yapmıştık. Özellikle de en son yaptığımız vurgun, bizi bir hayli rahatlattı. Bu arada vurgun sözcüğünü pek uygun bulmadığımı öncelikle bir belirtmek isterim. Hiç yakışmıyor bizim yaptığımız onca işe. Düşünüyorum da hangi insan haksız yere elde ettikleri için vurgun diyor ki?
Ne yani bizim onlardan tek farkımız, bu işi göstere göstere yapmamız mı? Gizlice yapsaydık “emeğinizin karşılığı” diyecektiniz ve kimse de ağzını açıp tek kelime etmeyecekti. O yüzden buna vurgun demezseniz inanın, çok mutlu olurum. Bu konuda anlaştığımıza göre yani anlaştığımızı düşünüyorum, şimdi devam edebiliriz. Tabii bunun sonucunda -yaptığımız bunca işin karşılığında- yakalanma riskimiz hâlâ devam ediyor, ona da işimizin heyecanı diyelim.
Heyecan olmazsa hangimiz işimizi şevkle yapardık? Bizi işimize bağlayan, işimizde daha da başarılı olmamızı sağlayan yegâne şeydir heyecan. O yüzden bu heyecanı hiç kaybetmemeye bakın.
En son yaptığımız işten kısaca bahsedecek olursam gayet kârlı bir işti. Bunu nasıl tarif etmeliyim, nasıl aktarmalıyım pek bilemiyorum. Zaten benim de ifade etme özrüm var. Konuşamıyorum ama aksine icraatta da oldukça iyiyim. Yani çoğunluk gibi değilim ben. İyi laf yapamam ama güzel iş yaparım. Tanıdıkça artık siz de benim üslubuma alışırsınız diye düşünüyorum. Anlattıklarımla olmasa da yaptıklarımla her şeyi basit bir şekilde gözlerinizin önüne sereceğimden şüpheniz olmasın. Şimdi diyeceksiniz ki ifade edemiyorum dedin ama hâlâ işten bahsetmedin, uzattın da uzattın, yeter be kardeşim!
Evet, haklısınız! Üzülerek söylüyorum ki son işimizde bir meslektaşımızla ilgilenmek zorunda kaldık. Üzüldüğüm kısım elbette meslektaşım değil. O hayırsıza üzülmüyorum da onun bu işi icra etme şekline üzülüyordum desem daha doğru olur. Eminim şimdi bir süre işsiz kalacak çünkü yaptıklarının bedelini birilerinin ödetmesi gerekiyordu. Atalarımızı haksız çıkaramazdık. “Dinsizin hakkından imansız gelirmiş!”
Bu arkadaş bir işe kalkışacağı vakit, kişilerini özellikle seçiyordu. Burası çok güzel, elbette her işte seçici olmak iyidir. Ama neyi seçtiğimize dikkat etmek şartıyla elbette. Sen tutup da savunmasız, kendini koruyamayan, üç kuruşla ailesini geçindirmek zorunda olan, kefen parası mahiyetinde üç-beş kuruşu olan, Allah’ından başka sığınacak kimsesi olmayanları seçersen işte orada bir yanlışlık var demektir.
Yanlış olan şeyler pek uzun süre yanlış gitmez zaten. Ya biri gelir düzeltip doğru yola sokar ya da biri gelir yanlışı da doğruyu da tamamen ortadan kaldırır. Siz hangisini yaptınız derseniz buna cevabım elbette birincisi olur yani birincisi olmasını umut ederim en azından öyle söyleyeyim. İşte son işimiz buydu. Ama şu an sizleri duyabiliyorum merak etmeyin.
“İyi de kardeşiiimm sen de gitmişsin o adamın elindekileri almışsın. E senin ne farkın kaldı o garibanların parasını yiyenlerden? Boşa maval okuma bize, hepiniz aynısınız sonuçta. Bir de geçmişsin karşımıza çok iyi bir iş yapmış gibi anlatıyorsun. Arıyorum 155’i bu nedir arkadaş?”
Ama böyle olmaz ki arkadaşlar. Önce ön yargılarımızı bir kenara bırakalım, sonra dilimize dolayalım bazı lafları. Sakin olun dostlarım lütfen, gerçekten üzülüyorum ama. Benim hakkımda şimdiden böyle düşüncelere kapılmanızı hiç istemem. Başta da söyledim ya işte ifade edemiyorum bakın daha ilk konuşmamızda çuvalladım. Neyse alışacağız birbirimize. Evet, son olarak da merak etmeyin o paralar gerekli yerlere çoktan ulaştı bile. Biz onun taşınmaz mal varlığına el koyduk sadece. Ha onları da yeri gelince gerekli yerlerde kullanacağımızdan hiç şüpheniz olmasın. Kârlı dediğim kısım orasıydı yani yanlış anlaşılmaları ufaktan bir düzeltelim. Merhabalar ben Aykut, tanıştığımıza memnun oldum. Eminim siz de öyle!
Devamı gelecek...