Her birimiz girintili çıkıntılı yapboz parçalarıyızdır belki de. Elinde kendini yontma, sivriltme, doldurma, yamama imkânı olan canlılar. Bir başkasına uyumumuz buradan geliyor, eşleşebilmemiz, kimi zaman tam olmamamız yine de zorlayarak denememiz kimi zamansa büyük bir istek ve neşeyle kendimizi karşı parçaya uydurmamız. Ne güzel bir andır hem senin hem de yanına gelen o parçanın bir olabilmek için kendini yapılandırması, kendi isteği doğrultusunda şekillendirmesi. En acısıysa bir başkasının gelip seni, senin kenarlarını kendi arzusuna göre çizmesi, aşındırması. İşte böyle anlar insanda telafisi zor hasarlara yol açıyor. Sana dokunulurken sen olmana müdahale edilirken sadece izlemek, donakalmak belki. Bir yabancının zulmü, yakınındakinin müdahaleleri zedeliyor insanı. Birer birer üzerimizde iz bırakan tüm bu anlar yine de büyük resimde görülme çabamız kadar yaralayıcı olmuyor.


Ne kadar acı, yetersizlikle dolu bir uğraştır bu. İnsan dener durmadan bir türlü uyduramaz kendini. Sorun büyük parçanın isteğindedir aslında, derdi, beğenmeyişi, kabul etmeyişi tamamen senin sen olmanla ilgilidir. İnsan, o parçadan ibaret canlı didinmelerinin sonunda tek bir rengi, dümdüz kenarları, aynı sesleri çıkaramazsa kendinden, soyutlanır, atılır bütünden.


Bu yalnızlığın, dışlanmanın ötesinde hala özgün bir parça olarak kalabileceği bir yer yok mudur? Mümkün olabilir burası. Kendi gibi, çabalarına rağmen istenilen olamayan, aynı adımları bir türlü atamayan binler, milyonlar barındıran bir yaşam bu. Bir araya gelinememesinin sebebiyse, çoğu zaman kırgınlıktan, yorgunluktan gelen bir- köşede sessizce kendini sürdürme halinden kaynaklanıyor. Bilmeli, insan bilmeli bu vahşilikten, zorbalıktan atılanın, uydurulamayanın yalnız kendisi olmadığını muhakkak bilmeli. O zaman nefesi daha rahat, yaşamı daha özgür olacak, kim bilir, belki de bir gün bu sessiz inzivasındakiler yeni bir resim çizecek her ayrıntısı farklı bir ezgiyi taşıyan, kim bilir…



Resim: Hasta Bacchus ~ Caravaggio