Bir kelime, bir kelime, bir kelime ve bir kelime daha tutuşmuşlar el ele. Havada süzülürken gülüşmüşler, bağırmış biri ve çekiştirmiş diğerlerini çabuk olun diye. Acelesi varmış diğerlerinin aksine, uzunmuş diğerlerinden ve karmaşık... En önden giderken diğerlerine kızıyormuş, epey çatıkmış kaşları, anlam veremiyormuş onların gevşekliğine. Güç bela ulaşmışlar bir kadının saçlarına, sigara kokuyormuş saçlar ve çoktan uçmuş gitmiş şampuan kokusu günlerdir yıkanmadıklarından.
Of demiş uzun kelime, offff!!! Herkes ne kadar da sorumsuzmuş, ne kadar yorgun ve ne kadar tükenmiş... Neyse demiş, devam edelim.
Çekiştirmeye devam etmiş diğerlerini, birkaç toz zerreciğine çarpmışlar yanlışlıkla, yalpalamışlar.
Of demiş uzun kelime, offff!!! Süzülmek ne kadar zormuş, ne kadar yorucu... Yorulmuş. Neyse demiş, devam edelim.
Çekiştirmiş de çekiştirmiş diğerlerini; küçük sorumsuzları, yaramaz çocukları. O da yorulmuş sonunda ancak pes etmemiş, güç bela ulaşmış hedefine ardındakilerle. Tutunmuş sımsıkı kapkaranlık bir dehlizin girişindeki kıvrımlara ve bağırmış: ''Ne gülüşüyorsunuz, tutunsanıza siz de!''
İrkilmiş küçükler, küçük kelimeler, basit kelimeler ve geldiklerini fark etmişler. Canları sıkılmış biraz. Ne güzel eğleniyorlarmış, şimdiyse sıkıcı ve yorucu bir yolculuk yapacaklarmış. Tutunmuşlar başlarındaki sıkıcı, uzun, karmaşık kelimeyi daha fazla kızdırmamak için. Zaten çok kızgınmış, bir de biz kızdırmayalım demişler. Hayat böyle yaşanmaz ki diye mırıldanmış en minikleri, bu kadar ciddi, bu kadar karmaşık... Biraz gülmek lazımmış; toz zerrecikleriyle dans etmek, biraz daha gülmek ve tekrar gülmek lazımmış. Uzun kelimeyse bunların epey uzağında, gülmekten çok uzak, epey de çatık kaşlıymış. Of demiş minik kelime, oooofff!!!
Ne ofluyorsun diye bağırmış bu sefer de uzun kelime, çekiştirmiş yine.
''Sizinle de hiçbir yere gidilmiyor. Her seferinde aynısını yapıyorsunuz. Ne var sanki birkaç saniyenizi ayırıp benimle gelseniz, tek başıma bir anlam ifade etmediğimi siz de biliyorsunuz, eğlencenize ara verip azıcık tırmanmak çok mu zor? Hadi, sızlanmayın ve beni takip edin.''
Susmuş küçük kelimeler cılız bir sesle haklısın dedikten hemen sonra. Tırmanmaya devam etmişler dehlizin içine doğru. Gittikçe artan sıcaklık, siyah gövdeli yapraksız çirkin ağaçlar ve zifiri karanlık korkutmuş minik kelimeyi. ''Hiçbir şey görmüyorum, korkuyorum.'' demiş. ''Elimi bırakma, ben buradayım, merak etme.'' demiş hemen önündeki. O daha önce gelmiş buralara, ilk geldiğinde korkmuş olsa da alışmış zamanla. Yollarına devam etmişler. Uzun kelime fısıltıyla konuşmaya başlamış:
—Buradan sonrasında yüzmemiz gerekiyor. Nefeslerinizi tutun ve birbirinizin elini hiçbir şekilde bırakmayın, ne olursa olsun. Anlaşıldı mı?
—Anlaşıldı.
—Ben size işaret verene kadar, hiçbir şekilde nefes almayacaksınız. Merak etmeyin göz açıp kapayıncaya kadar geçecek. Anlaşıldı mı?
—Anlaşıldı.
Yan yana dizilmişler. Uzun kelimenin işaretiyle hepsi nefesini tutup dalmış. Başta bocalasalar da bir süre içinde adapte olmuşlar ve yüzmeye başlamışlar. Hepsi birbirinin elini sımsıkı tutuyormuş, en çok da küçük kelime. Korkuyormuş, hem de çok korkuyormuş. Uzun kelimeyse rahatmış, az sonra bir kapıdan kabul edileceklerini ve orada soluklanacaklarını, orada anlam kazanacaklarını, orada yeniden doğacaklarını, orada tatmin olacaklarını biliyormuş. Bunu daha önce defalarca yaşamış. Üstelik bu kadın, tanıdığı da biriymiş. Bu yolları daha önce çok kez gidip gelmiş. Az sonra çalacağı kapıdan defalarca içeri alınmış. Heyecanlanmış uzun kelime ve daha hızlı yüzmeye başlamış, çekiştirmeye başlamış ardındakileri. Bunlar da amma yavaşmış! Çekiştirmiş de çekiştirmiş, kaşlarını çatmış da çatmış ve nihayet gözüne bir kapı çarpmış. Gülümsemiş ve arkasına bakıp kapıyı işaret etmiş, oraya gideceğiz diyememiş ancak anlamış diğerleri. Hep birlikte, el ele, kapıya doğru çevirmişler kendilerini ve hızlanmışlar. Minik kelimenin korkusu yerini heyecana bırakmış, uzun kelimenin keyfine diyecek yokmuş, diğerleriyse sadece yorulmuş ancak sonuçta hepsi kapıya ulaşmış. Sen çal dercesine minik kelimeye bakmış uzun kelime, gülümsemiş.
Minik kelime yaklaşıp çalmış kapıyı, kimse açmamış. Bir daha çalmış, yine kimse açmamış. Şaşırmış uzun kelime, daha önce böyle bir şey başına gelmemiş. Duymamışlardır diye düşünüp minik kelimeyi biraz kenara itmiş, kendisi çalmış kapıyı. Minik kelimeden daha güçlüymüş, haliyle kapıyı da epey güçlü çalabilmiş ancak kapı yine açılmamış. Endişelenmiş uzun kelime, o endişelenince diğerleri de endişelenmiş ve dördü birden kapıya vurmaya başlamışlar. Hepsini birden panik almış. Minik kelime ağlamaya başlamış, gözyaşları süzülemeden sıvıya karışmış. Uzun kelime kapı biraz daha açılmazsa boğulacaklarını biliyormuş, yine de diğerlerine bir şey hissettirmemiş. Derken kapı açılmış ve içeriden boğuk, yorgun ve üzgün bir ses konuşmaya başlamış: ''Üzgünüm, çok üzgün. Sizi kapının içine almak, neler getirdiğinizi bilmeyi çok isterdim ancak inanın içeride soluklanabileceğiniz, mutlu olabileceğiniz, tatmin olacağınız, anlam kazanabileceğiniz bir ortam yok. Sizi içeri alamam, geldiğiniz yoldan vakit kaybetmeden geri gidin. Çok üzgünüm, böyle olsun istemezdim ancak elimde değil, olanlara ben de anlam veremiyorum. Lütfen, geri gidin.''
Şaşırmış uzun kelime, çatık kaşlı yüz ifadesinin yerini şaşkınlık almış. Nefeslerinin dönmeye yetmeyeceğini bildiğinden bir adım geri atmamış, karanlıktan gelen sesin açıklama yapmaya devam etmesini beklemiş.
—Sizden önce de bir sürü kelime geldi, hiçbiri bu kadar ısrarla kapıyı çalmadı, geri döndüler. Sizin bu ısrarınızsa, sonunuz olacak. Lütfen geri gidin.
Uzun kelimenin bir adım geri atmadığını gören diğer kelimeler de ne olacaksa olsun diyerek onun yanında durmuşlar. Zaten geldikleri yolu onsuz dönemezlermiş.
—Önce ışık yerini karanlığa bıraktı. Geçer sandık, düzelir dedik. Denedik. Işığın tekrar yanmaya başlaması için her şeyi denedik, olmadı. Zamanla alıştık karanlığa, karanlıkta yaşamayı öğrendik. Başta epey zorlandık, kim olsa zorlanır. Yine de bir şekilde alıştık. Ne olacak canım, alt tarafı karanlık dedik. Ardından sesler kesilmeye başladı. Hiçbir kelime yanımıza uğramaz oldu, bizim de işimize yaradı. Eskiye göre daha az yoruluyorduk, haliyle sesimizi çıkarmadık. Bütün gün tek bir kelime bile kapıyı çalmadı. Tatile çıkmış gibiydik. İçeride oyunlar oynadık, filmler izledik, müzikler dinledik. Kendi kendimizeydik, hiçbir görevimiz yoktu. Önce garipsedik elbette ancak yine alıştık, ne de olsa tembellik kolaydır. Son zamanlarda yine bir sürü kelime gelmeye başladı ancak artık istesek de o kapıyı açamıyoruz. Unuttuk. Sesleri unuttuk, anlamları unuttuk, o kelimelere neden ihtiyacımız olduğunu, o kelimelerin bizdeki yerini unuttuk. Geliyorlar, kapıyı çalıyorlar ve gidiyorlar. Cevap vermeyi geçtim, kapıya bile bakmıyoruz. Her şey ışığın yerini karanlığa bırakmasıyla ve bizim karanlığa boyun eğmemizle başladı.
El ele tutuşan kelimelerin nefesi gittikçe tükeniyormuş. Belki son kez birbirlerine bakmışlar, son kez kulak kesilmişler karanlıktan gelen sese.
—Nereden bilebilirdik bu karanlığın her şeyi karartacağını, hayatımızdaki en küçük ışığı bile içine alıp yutabileceğini? Nereden bilebilird...