17. yüzyılın başında Hobbes, “homo homini lupus” (insan insanın kurdudur) felsefesini ortaya attı. Neoliberal kapitalizm tarafından doğruymuşçasına lanse edilen bu düşünce tarzı çok ciddi eleştirileri de içinde barındırıyor. Yaşadığımız çağda neoliberalizm insanın, doğanın, canlıların kişiliklere saldıran ve çürüten ciddi bir ideolojik hegemonyanın ismi olabilir. İnsan ise belki de kendi kendisinin işkencecisi…


İnsan çoğu zaman farkında olmadan ya da bazen farkına vararak; dilden dökülmeyen düşüncelerle, kafasının içinde dönüp duran kelimelerle, tekrarlana tekrarlana çıkıp gelen baş ağrısı eşliğinde eziyet eder kendisine. Yapılan bir işte, edilen bir sözde insanın kendisini haklı çıkarma refleksi ve kendi kendisini eyleme çabası çok yaygın görülürken; bu manipülasyonun bir başka veçhesi de yas tutmaktan yüzünü çevirmemek, hayat denilen türlü dönemeçler toplamında kendisine geniş bir yer ayırır: Kimsesizliğin melankolik sınırlarına dayanmak, yalıtılmış bir yerde kimsenin duymadığı bir hesaplaşmada iç yargıca mahkûm olmak…

Bulunması mümkün olmasa da ısrarla ve hep aynı yakıcılıkla sorulan “nerede” sorusunun peşindedir, iç yargıcını gittiği her yere götüren ve mahkemeler kurulması için ona yardım eden kendisinin işkencecisi insan. Geceye âşık olur çoğu zaman, görüş aralığı kısaldı diye. Görülmek istenmez. Gökyüzünü şiir yazmanın bir aracı kılar sıklıkla. Işık, güneş girmemelidir kalın perdelerden içeri.


Belirsizliğin mimarıdır bazen insan. Kendi belirsizliğinin. Bir yandan da kesinlik istencinin ve “adlandırma” arzusunun inşaat ustası. Acı, yas, ıstırap olarak algılansa da bu bocalama hali, sahte bir hesaplaşmanın hesabını koyar insanın önüne. Hüküm baştan bellidir. Sahte bir hesaplaşma, hedefsiz öfkeleri, alaya alınmış tedirginlikleri, geçiştirilen duyguları, yutulmuş sözcükleri, karşılıksız alınganlıkları andırır. İnsan: Kendi hoyratlığının kuklası…

Bir mahkûm ediliş ile istenmiş bir tercihin arasında salınır kimsesizlik. Varacağı yeri yine insanın kendisi belirler. Sarsıntılı ve keskin virajlarda, kriz eşiklerinde, fırtınanın eşlik ettiği titreşimlerde belirlenir bu salınım.


Katılaşmış alışkanlıkların kör edici benzerliğinde, ayrı olanı bulma çabasının zorunlu bir sonucu belki de kimsesizlik. Yine de sıfır’dan bir’e doğru bir hareketlenmenin adına yaşam deniliyor.


Kesin kanıtlar istenir çoğu zaman kimsesizliğe dair. Oysa, kanıtını sunacak yerinin olmaması değil miydi kimsesizlik?


Çağımızda kışkırtılıyor kimsesizlik… Hırsın öncülüğünde, bencillikle, kıyasıya yarışla, kontrol takıntısıyla her yere serpiliyor. Hırslı bir tanrının soluğu sanki önümüzdeki. Çoğu kimseler burnundan soluyor…