Kemâle ermemiş bir yaşım olsa da onca geçen zamandan sonra öğrendim ki aslında duygular insanların kendilerini, kendi benliklerini ve oldukları kişileri sakladıkları bir ayna. Aynanın karşısına geçtiklerinde insanlar kendilerini bedenen gördüklerini düşünürler oysaki bundan daha fazlası yatmakta. Gördüğümüz; sadece baktığımız ve görmek istediğimiz o anki ruh halimizi yansıtan birer silüetten başka bir şey değil. Bakmak ile görmenin keskin uçurumunu aştıktan sonra fark ettim ki, fiziki alemde gerçekleşen her bir detay veya eşya aslında ruhi alemde farklı bir argümanı taşıyan birer yük gemisine tekabül ediyormuş. Ayna da işte bunlardan bir tanesi. Duygularımızı içine hapsettiğimiz, karşısına geçtiğimizde sadece bize gerçekleri gösteren yansıma. Başkasına ise yanılsamalarla dolu küpün diğer bir ucuna tekabül eden yalan ile gerçeğin çok üstünde, olmak istediğimizi taşıyan yeni bir görüntüden ibaret. Aslında olmak istediğimiz ama olamadığımız veya olmaktan uzak kaldığımız, içimizde barındırdığımız gerçekliğimiz belki de. Aynalara hapsolan duygularımız, her ne kadar bir başkasına görünmek için orada bulunsalar da, güven endeksi içinde yükselebilen bazı ruhlara da açılabilme potansiyelini içinde barındırır. Ancak bunların dışında kalanlara ise gösterdiklerimiz kadar var olabiliyorlar. Mesela sadece aynı ortamda bulunduğumuz, selam vermekten öteye geçmeyen ilişkilerimizden bir tanesini ele alalım. Zorda kaldığımız ya da bir konuda destek görmek istediğimiz anlardan birinde bu kişinin yanımızda bulunduğunu düşünelim. Her ne kadar desteğe ihtiyacımız olsa da kendimizi, onun tarafından acıyarak bakılmasının önüne geçen bir savunma yaparken buluruz. "Zor durumdayım, ama bunu atlatacağım. Çok güçlü ve toparlanmış bir şekilde göreceksin beni." imajı yaratmaya çalışırız. Belki de içinde bulunduğumuz durum bunun çok ötesinde kabullenmemiz gereken ve atlatılamayacak bir şey olsa da bunu o kişinin önünde yapamayız. Duygularımızı saklama ve karşıya gösterilecek olanı ise işte bu duygu yüklü aynalar üstlenir. Dışarıdan bakıldığında yalan hükmü taşımayan ama gerçek olduğu da düşünülemeyecek olanı omuzlar, duygularımızı gizleyen bir görünüme kavuşuverir. Artık yeni gerçeklik, olmak istediğimiz ama olamayacağımız yeni bir suretle karşıya iletilmiştir. Bu yeni duygu bizden bir parça taşısa da biz olmaktan çok ama çok uzaktadır. Bu gibi durumlar tabii ki sadece bizden uzak olan kişiler için gerçekleşmez. Kendimize çok yakın hissettiğimiz, güvendiğimiz biri olduğunda ise ayna bize göründüğü biçimde bu sefer, o kişilere görünür. Saf ve yalın bir biçimde, tüm gerçekliğini taşırken o kişiye sunar kendini. Duygularımız artık bizdir ve ayna artık özgürdür. Bunların dışında ise üçüncü bir durum ortaya çıkar, işte en acı olan budur. İnsanoğlunun her bir ferdinin aşmak zorunda kaldığı, bir çok kez yüzleştiği 'güvenmek' eylemi. Bunu yaparken her ne kadar ince eleyip sık dokusak da bazen hata yapabiliyor insan. İşte bu hatalardan birine karşı aynalarımız özgür kalmışsa, o aynalar kırılıveriyor. Paramparça bir halde, eskiden bizde var olan duygu ile beraber binlerce parçaya ayrılıveriyor. Artık saklanması gereken, gerçekliği sorgulanacak olan ortada kalmıyor. Duygu yerini başka bir duyguya ve başka bir aynaya bırakıyor. İnsan bu defa da kendine aynalar kuruyor. Gerçek ile yalan arasında kendini inandıracak sahte aynalar. Buna inanıyor da, sahte duygulara hapsolup zamanın ona yeni getireceği hakikatle yüzleşene kadar.