Gökyüzü bu kadar güzel miydi? Yıldızlar bu kadar fazla mıydı? Yatağımdan hiç çıkmadığım günler, sadece rüyalarımda mutlu olduğum günler... Peki ya şimdi... Asla yapmayacağım bir şey yapmıştım. İlk defa babamdan kaçmıştım, ilk defa evden uzaktaydım ve ilk defa gökyüzünün altındaydım. Soğuktan tir tir titriyordum ama yüzümde bir tebessüm vardı. 5 senedir ilk defa gülümsüyordum. Ben evden çok uzaktaydım ama yalnız hissetmiyordum. Evimi özlemiyordum aksine olmam gereken yerde gibi hissediyordum.

"Arjin, kalkman lazım."

Savaş'ın sesi ile düşüncelerimden sıyrılarak bakışlarımı ona doğru çevirdim.

"Arjin, bana neden öyle bakıyorsun?"

Sesinde ki endişeyi hissetmiştim ama yüzümdeki gülümseme hâla yerli yerindeydi.

"Nasıl bakıyorum?"

Savaş, sorum karşısında bakışlarını gülümsememe çevirdi.

"Bu durumda gülümseyebilen tek insansın herhalde."

Yattığım yerden doğrularak yüzlerimiz arasındaki mesafeyi en aza indirdim. O sırada hayatımda ilk defa kalbimin yerini hissetmeye başlamıştım. Hiç bir şeye heyecanlanmayan, hiç bir şeyden korkmayan bir kız kalbinin yerini nasıl bilebilirdi ki?

Gözlerinin içine bakarken yutkundum ama bu istemsizce oldu. Titriyordum ve bu da istemsizce oluyordu.

"Teşekkür ederim."

Diye fısıldadım. Şefkatle bakmaya başladığında bakışlarımı kaçırarak devam ettim.

"Beni yalnız bırakmayan tek insan olduğun için teşekkür ederim."

Diyerek tamamladım ama onun bakışlarındaki şefkat gitmişti. Bakışları anlık olarak değişiyordu ve bazen ne düşündüğünü anlayamıyordum.

"Teknik olarak ben insan değilim, yani istesemde seni yalnız bırakamıyorum. Bu benim isteğim dışında gerçekleşiyor."

Durdu ve uzun bir şekilde gözlerimin içine bakarak devam etti.

"Neden başkası değil de sen?"

Daha çok bu soruyu kendine soruyor gibiydi. Hızla ayağa kalkarak benden uzaklaştı.

"Daha fazla yerde durursan hasta olursun."

Zorlukla ayağa kalkıp çevreme baktım.

"Neredeyim ben?"

Savaş gözlerini devirerek konuştu.

"Beni takip et!"

O önde ben arkada ilerlemeye başladık. Caddeye çıktığımızda bana doğru döndü.

"Gidebileceğin bir yer var mı?"

Bir an düşündüm. Gidebileceğim bir yer var mıydı?

"Var."

Kendimden emin konuşarak ilerlemeye başladım. Gidebileceğim bir yer vardı. Hatta en baştan gitmem gereken yerdi belki de...

Savaş da cevap vermeden beni takip etmeye devam etti. Beni sorgulamaması onun yanındayken rahat hissetmeme neden oluyordu. Ne yaparsam yapayım asla sorgulamıyordu.

Aramızda ki sessizlik büyürken sağdan mezarlık yoluna doğru girdim. Bakışlarımı Savaş'ın yüzüne çevirdiğimde kaşlarının çatıldığını gördüm ama hâla bana soru sormuyor, sessizliğini koruyordu. Bakışlarımı yeniden yola çevirdiğimde adımlarım yavaşladı ve buna engel olamadım. O sırada kaburgamın sızlamaya başlaması ile inleyerek elimi kaburgamın üzerine koydum.

"Önce hastaneye gitmeliydin. Çok yüksekten düştün."

Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde bana bakıyordu ve kaşları düzelmişti.

Cevap vermeden ilerlemeye devam ettim. En sonunda mezar taşları ile karşılaştığımda durdum ve yeniden onun yüzüne baktım. Hâla bana bakıyordu. Gözleri ile 'neden?' Diye bas bas bağırarak bana bakıyordu.

Gözlerimi yeniden mezar taşlarına doğru çevirdim ve hızla ilerleyerek onu arkamda bıraktım. Beni takip etmemişti ve arkada kalmayı tercih etmişti. Annemin mezarının önüne geldiğimde bacaklarım titremeye başlamıştı. Mezarın başında yere çöktüğümde ellerimi toprağın üzerinde gezdirmeye başlayarak konuştum.

"Ben geldim."

Yüzümde bir tebessüm oluştu o an annemin ben okuldan geldiğimde bana yaptığı omletin kokusu burnuma doldu ve daha büyük bir tebessümle devam ettim.

"Ben geldim ama sen hâla yatıyorsun."

Burnumu çektim ve devam ettim.

"Sen hiç böyle yapmazdın anne!"

Bu sefer kahkaha attım ama hiç kimsenin böyle bir kahkaha duymadığına yemin edebilirdim. Bu kadar acılı, bu kadar anlamlı bir kahkaha...

"Omletim nerede? Uzun zaman oldu. Senin omletini ağzıma almayalı çok uzun bir zaman oldu anne."

Gözümden akan yaşlara zıt kocaman gülümsemem vardı.

"Ben bugün buraya geldim çünkü aklıma senden başka gidebileceğim bir yer gelmedi anne!"

Avucuma aldığım toprağı sıkarak devam ettim.

"Bugün senin misafirin olabilir miyim? Sana rahatsızlık vermem değil mi?"

Tam o sırada bedenimden bir ürperti geçince hızla arkama döndüm. Savaş'ın eli omzumun üstündeydi. Gözleri dolmuştu ve karşıya bakıyordu. Eli omzumdaydı ama ben onun dokunuşunu hissetmiyordum. Sadece onun dokunuşu içimin ürpermesine sebep oluyordu. Elini omzumdan çekerek bir kaç adım geriye doğru gitti ve bakışları annemin biraz uzağında duran bir mezar taşının üzerinde gezidirmeye başladı. Başımı o tarafa doğru çevirdiğimde gördüğüm şey kanımın donmasına sebep oldu. Çünkü mezar taşının üzerinde

Savaş Akın

Doğum: 10/10/2000

Ölüm: 02/05/2018

Anne adı: Neriman

Baba adı: Yasin

Yazıyordu. Şoku atlatamadan onun sesini duydum.

"Merak ediyorum da daha önce hiç arkada kalanların hissettiklerini düşünmedim. Ölümü tatmış olabilirim ama bana şunu söyleyebilir misin?"

Ağacın dibine oturarak bakışlarını bana doğru çevirdi.

"Ölen bir insan gerçekten unutuluyor mu?"

Bakışlarında ki ifade gözlerimi kaçırmama sebep oldu.

"Hafızanı kaybetmediğin sürece hiçbir olayı ve hiçbir insanı unutamazsın."

İçime titrek bir nefes çektikten sonra devam ettim.

"Ama zamanla bir insanın sesini unutursun, zamanla bir insanın yokluğuna alışırsın ve zamanla sürekli aklına gelen o insan aklında silik bir anı olarak kalmaya başlar. Unutmazsın belki ama hatırlamazsında. Belki de hayatın akışına o kadar çok kaptırırsın ki kendini o insanı düşünmek bile aklına gelmez. Ben annemi unutmadım, bana hissettirdiği hiç bir şeyi unutmadım ama sesini hatırlayamıyorum ve hayatıma onsuz devam etmeye alıştım. İstemesem de..."

Bakışlarımı yeniden ona çevirdiğimde gözlerinin içinde ki unutulmuşluğun verdiği çaresizliği ve yalnızlığı gördüm. Gözlerinin içinde unutulmuş küçük bir çocuk vardı sanki. Bakışlarımı onun mezar taşına doğru çevirerek annemin mezarının başından kalkıp onun mezarına doğru ilerledim ve onun mezarının başında yere oturdum. Toprak olmuş elimi onun toprağına değdirdim. Annemin toprağında çiçekler vardı ama onun toprağı boştu. Bu da onu ziyarete gelen kimsenin olmadığını bas bas bağırıyordu.

Pürüzlü toprağı elimle okşayarak konuştum.

"Yalnız değilsin Savaş. Unutulmadın. Ben senin en yakın arkadaşınım ve seni asla yalnız bırakmayacağım. Her gün buraya gelip toprağını sulayacağım ve bunu hep yapacağım."

Bu cümleleri Savaş'ın toprağına bakarak söyledikten sonra başımı kaldırarak Savaş'ın gözlerine baktım. Bakışları direk bana odaklanmıştı. Bana her hareketimi ezberlemek ister gibi bakıyordu. Hem anlamlı hem de mesafeli bir bakışı vardı. Gözleri doluydu ama ağlamıyordu. Gözlerinde yorgun bir adamın bakışı vardı.

"Artık dur."

Deyiverdi birden ama ben neden öyle dediğini anlayamadım. Onu yalnız bırakmadığımı ona haykırmak istemiştim.

"Hey!"

Yanımdan gelen bir ses ile bakışlarımı Savaş'tan ayırarak sesin geldiği yöne doğru döndüm. Bu ses, sarı saçlarına zıt kumral bir tene sahip; uzun boylu, mavi gözlü, yaşı tahmini 27 veya 28 lerinde olan bir gence aitti. Bana kim olduğumu çözmek ister gibi mesafeli bir şekilde bakıyordu.

"Kardeşimin mezarının başında ne aradığını sorabilir miyim genç hanım?"

O an bakışlarımı hızla Savaş'a doğru çevirdiğimde Savaş'ın bakışlarının değiştiğini fark ettim. Yavaş adımlarla abisi olduğunu anladığım adamın yanına doğru ilerleyerek tam yanında durdu ve onu incelemeye başladı.

"Genç hanım, kim olduğunuzu bugün söylemeyi düşünür müsünüz acaba?"

Adam Türkçeyi çok güzel telaffuz ediyordu. Biraz hayranlık biraz da şaşkınlıkla cevap verdim.

"Ben arkadaşıyım."

Aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim ama adam inanmamış gibi gözlerime bakmaya devam ediyordu.

"Ona lise arkadaşım olduğunu söyle. Lisedeyken çok samimi olmadığımızı ve pek konuşmadığımızı söyle. Benim öldüğümü öğrenince kötü hissettin ve annenin ziyaretine gelmişken benim mezarıma da uğradın."

Savaş'ın söyledikleri ile abisinin gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Lise arkadaşıydık. Fazla samimi değildik, pek konuşmuyorduk. Annemin ziyaretine gelmiştim."

Elimle annemin mezarını göstererek devam ettim.

"Mezarları yan yana olduğu için onu da ziyaret ettim."

Abisi bu sefer inanmış bir ifadeyle bana bakarak konuşmaya başladı.

"Anladım, senden o yüzden hiç bahsetmedi demek. Ateş ben bu arada."

Diyerek elini bana doğru uzattı. Ben de eline bir uzaylı görmüş gibi bakarak karşılık vermeyince Ateş elini indirerek mezarın yanında yere oturdu. Temas etmeyi sevmediğim için elini tutmamıştım ve o da üstelememişti.

"Senin bir ismin yok herhalde."

İmalı bir şekilde konuşunca cevap verdim.

"Adım Arjin."

"İlginç bir ismin varmış."

O öyle dediğinde ismimin anlamını açıklama gereği duyarak konuştum.

"Yaşam ateşi demek."

Başını olumlu anlamda sallayarak bakışlarını Savaş'ın mezar taşına doğru çevirdi. Ben de bakışlarımı tepemizde dikilmeye devam eden Savaş'a doğru çevirdim.

"Arjin?"

Savaş'ın ağzından adımı duyunca ona daha dikkatli bir şekilde bakmaya başladım. Ateş bana bakmadığı için ona bakmam sorun olmuyordu.

"Ona neden bu kadar geç geldiğini sorar mısın? Ölümümün üzerinden neredeyse 5 sene geçti ama daha yeni geldi."

Yutkundum. Beklemişti. Onu ziyaret etmelerini beklemişti ama kimse gelmemişti.

"Ateş?"

Adını söylememle birlikte şaşkın bakışlarını bana doğru çevirdi.

"Bana adımla seslenmek için fazla küçük değil misin ufaklık?"

Söylediği şey ile tebessüm etti.

"Ateş abi diyecektim kusura bakmayın."

Ah olamaz! Konuştukça batıyordum. Savaş bile bana ilk defa acıyarak bakmaya başlamıştı.

"Neden bu kadar geç geldiniz onu ziyarete?"

Diyerek mezarı işaret ettim. Ateş'in şaşkınlıktan ağzı daire şeklini almıştı. Savaş'ta bana aynı ifade ile bakmaya başladı.

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

Ateşin sorusu ile yaptığım mallığı fark ederek bakışlarımı kaçırdım. Ben bunu nereden biliyordum? Bakışlarımı Savaş'ın toprağında bir de annemin toprağında gezdirerek hızlıca cevap verdim.

"Annemin mezarının üzeri çiçeklerle dolu ama bu mezar bomboş sanki hiç kimse ziyaretine gelmemiş gibi. Ben de ziyarete daha yeni geldiğini tahmin ettim. Yanlış mı tahmin ettim?"

Savaş yanımda alkışlamaya başlayarak konuştu.

"Dansöz olacak kızsın vesselam."

Ateş de gülerek cevap verdi.

"Epey dikkatlisin."

Sonra ciddileşerek devam etti.

"Ama bunun seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Haksız mıyım?"

Benim sorma şeklimi kullanarak göz kırptı.

"Ben sizi shipledim. Güzel bir ikili oldunuz bence."

Savaş elini kamera şeklinde yaparak ikimize doğru tutarken konuştum.

"Ne yaptın?"

Ateş de benim sorduğum soru ile önce bana sonra da baktığım tarafa doğru bakarak konuştu.

"Orada biri mi var?"

Benim baktığım tarafa daha dikkatli bakmaya devam ederken Savaş yüzünü Ateş'in yüzüne doğru yaklaştırdı. Ateşle birlikte kafasını hareket ettirdiğinde istemsizce kahkaha attım. Daha önce hiç kahkaha atmadığım için neredeyse mezarlıkta sesim yankı yapmıştı.

Ateş irkilerek bana doğru dönüp fısıltı ile konuştu.

"Farkında mısın bilmiyorum ama mezarlıktayız."

Elimi ağzıma götürerek kendime Lanetler okurken düşündüm. Ben daha önce gülmeyi biliyor muydum? Bu da neydi böyle? Ben az önce gerçekten kahkaha mı attım? Hem de içten bir şekilde...

Bakışlarımı Savaş'a çevirdiğimde bana hayranlıkla baktığını fark ettim. Ateş bana dehşet içinde bakarken Savaş bana bir tarihi esere bakar gibi hayranlıkla bakıyordu. Yanıma yaklaştı ve kulağıma doğru eğilerek içten bir şekilde konuştu.

"Çok fazla gülmeyen insanların gülümsemelerinde Ay'ın ışığı vardır."

Bu cümle nefesimi kesmeme ve kalbimin hızlanmasına neden olmuştu. Bu cümleyi içimden tekrar ettim, tam 3 kere tekrar ettim.

"Çok fazla gülmeyen insanların gülümsemelerinde Ay'ın ışığı vardır."

"Çok fazla gülmeyen insanların gülümsemelerinde Ay'ın ışığı vardır."

"Çok fazla gülmeyen insanların gülümsemelerinde Ay'ın ışığı vardır."

...