2. Bölüm

 

Güçlükle araladığım gözlerimi bir süre kırpıştırdım, açıp kapattım ve tavanı izledim. Pencereden gelen ışık yetersizdi. Uzandığım yerden gerindiğimde sanki günlerce yürümüş gibi bitkin hissediyordum kendimi. Kapalı perdelerden ötürü loş bir hal alan odam oldukça boğucu gelmişti. Gözlerimi ovuşturup yatakta oturur pozisyona geldim. Yataktan kalktığımda yerden sürüklediğim adımlarımla gidip perdeleri açtım ilk önce. İçimdeki boşluk dışarıdaki hava gibiydi. Kapalı ve gri bulutluydu. Hiçbir şey hissetmiyordum.

 

Perdeleri bıraktığımda saate baktım, neredeyse akşam olmuştu. Bugün hafta sonuydu ve dün gece aldığım uyku ilaçları uzun bir süre uyumama sebep olmuştu. Dünü hatırlamak istemiyordum. Bu yüzden düşünmüyordum hiçbir şekilde. Gözümde canlananlara sırt çeviriyordum her seferinde. Kâbuslar uyanıkken de devam ediyordu, korkunç olanı ise bunlar gerçekti. Ve daha can yakıcıydı.

 

Ne yapacağımı bilmez bir şekilde salona geçtim. Salonun ortasında öylece ayakta dikildim bir süre. Etrafıma aynı bilinmezliklerle baktım. Televizyonun önündeki küçük iplik sepetindeki kırmızı makas gözüme ilişti. Adımlarım oraya giderken amacımın ne olduğunu asla bilmiyordum. Tüm duygularım alınmıştı. İçimde tarifsiz bir sıkıntı vardı. Aslında varla yok arasındaydı ama hissetmiyordum, buna rağmen rahatsız ediyordu. Ayakta dikilmiş bir süre sepetteki makası izledim.

 

Ruhsuz bir şekilde eğilip makası parmaklarımın arasına iliştirdim. Elimdeki makasa bakakalırken bununla ne yapacağım, neden aldığımı asla bilmiyordum. Bakışlarımı çekip bilinçsizce mutfağa geçtim. Dolaptaki su şişesini çıkarıp bir bardağa döktüm ve içtim. Bardağı bıraktığım gibi mutfaktan çıktım ve yüzümü yıkamak için banyoya ilerledim. Elimde makasın varlığını unutmuştum. Aralık banyo kapısını sonuna kadar açıp içeri gittim.

 

Aynadaki kendi aksime baktığımda şişen ve mor halkaların oturduğu gözlerim dikkatimi çekti. Yüzümde aynı şekilde şişmişti. Çok umurumda değildi. Birbirine giren saçlarım ise yeni uyandığımdandı. Kısaca berbat bir görüntüye bakıyordum. Musluğu açıp ellerimi uzatmıştım ki elimde sıkıca kavramış olduğum makasın farkına vardım. Bu niye elimdeydi şimdi? Boş gözlerim sorgular şekilde baktı birkaç kısa saniye içinde, sonra musluğun kenarına bırakıp akmakta olan suyla elimi yüzümü yıkadım. Gözlerim yine makasa kaydığında bakışlarımı aynadaki yansımama çevirdim. Saçlarımı izledim uzun uzun. Parmaklarım saçlarıma gittiğinde onları parmaklarımla usul usul taradım. Saçlarımı severdim. Dalgın bir şekilde saçlarımda dolandı parmaklarım uzun süre. Yaptığım her şey yeni yapıyormuşum hissini veriyordu, lakin normalden fazla zaman harcadığımı bilmiyordum.

 

Sonra nasıl oldu anlamadım, makası parmaklarımla kavradım kararlı bir şekilde. Derin bir nefes çekip makası omzum hizamda kaldırdım, saçımdan bir tutam alıp makası dayayıp bekledim. Elim titremeden öylece saçımın ucundaki makasa baktım. Ne yapıyordum böyle?

 

Gözlerim kocaman açılırken neye kalkıştığımı gördüm. Şimdi her şey cam gibi berraklaşmıştı. Ürkerek makası lavabonun içine attım. İki adım olduğum yerden uzaklaşırken kocaman gözlerle makasa bakıyordum. Delirmiştim.

 

Az önceki cesaretimden eser kalmazken koşarak banyodan çıktım. Bunu yapmayacaktım. Acısını yeterince kendimden çıkarıyorken bir de saçlarıma kıyamazdım. Bu benim tamamen yenilgim olurdu. Saçlarım giderse her şey biterdi.

 

Unutmalıydım, dün olanlar hiç olmamış gibi davranacaktım. Hatırlamayacağım.

 

Mutfağa geçtim telaşlı bir şekilde. Bir şeyler yiyip dışarı çıkmak istiyordum. Biraz hava alıp hayata kaldığım yerden devam etmek tek istediğimdi, her ne kadar istediğim gibi olmasa da idare edecektim. Karnımı doyurdum. Yüzümdeki berbat görüntüyü kendimi avutmak için birkaç makyaj malzemesiyle renklendirdim. Zoraki bir gülüş oturttum dudaklarıma. İyiydim ve her şey yolundaydı!

 

Çantamı alıp dışarı çıktım. Hava kapalıydı, yağmur yağmıştı, yerlerdeki ıslaklık bunu gösterirken bulutların yüklerini tam anlamıyla boşaltmadığı ortadaydı. Şimşekler çakmıyordu. Gökyüzünün sessizliğini yerküre gölgeliyordu. Sessizce akıp giden kalabalığa karıştım. Şimdi bende onlardan biriydim. Herkesten birazdım. Kayıtsızca olanları arka plana attım ve sadece yapılacak planlarıma odaklandım. Faturaları ödeyecek ardından bir yerlerde oturacaktım veya yürüyecektim, bilemiyorum ona sonra karar vermek en iyisiydi.

 

Faturaları hallettim. Kişisel ihtiyaçlarımı aldım ve yürümeye karar verdim. Elimdeki poşetlerle ara sokaklara girdim, normalde bu yolları kullanmazdım. Bugün ise Yalçın’la bir ihtimalle karşılaşma ihtimallerimi sıfırlamak için tercih etmiştim. Dünden sonra onu görmek iyi gelmeyecekti. En azından birkaç gün geçmeliydi.

 

Dediklerini yapıp sessiz kalırdım ilk başlarda. Bir süre sonra bana karşı tavırları kalbimi kırmaya başlamıştı. Sebebini ise geçte olsa onu sevmemin neden olduğunu anladım.


Zor geliyordu nefreti.

 

Derin bir nefes çekip bunları düşünmekten vazgeçtim. Düşünmeyecek ve kendimi daha fazla çukura itmeyecektim. Bir süre sonra yürümekten sıkıldım ve eve gitmek için yola koyuldum. Aniden içime bir sıkıntı çöktü. Ve bu benim içimdeki koca boşluğun içine oturdu. Önüme çıkan küçük çakıl taşını ayağımla yol ortasına attım. Yağmur çiselemeye başladı biraz sonra eve varmama bir sokak kalmıştı. Adımlarım acelesizdi lakin içimdeki sabırsızlık biran önce yatağıma çökmem için beni zorluyordu.

 

Çiseleyen yağmur iri taneler haline alırken de acelesizdi. Üstümdeki hırkaya rağmen üşüyordum. Akşam olmak üzereydi. Yağmurdan nasibimi almıştım iyice ama hoşuma da gitmişti garip bir şekilde. Bedenime sızan her soğuk damla iyi gelmişti. Evimin bulunduğu sokağa girdim ardından evimin olduğu apartmandan giriş yaptım ve direk evime çıkıp yatağa attım kendimi.

 

Sonraki gün uyku düzenimi bozduğum için erkenden yatmıştım. Ondan sonraki gün işe başlamıştım. Hafta başından cumaya kadar Yalçın’dan bir ses çıkmadı. Bu arada iyice toparlanmıştım. Gerçi alışmıştı artık. Cumartesi sabahı saat dokuz buçuk kalkmış güzel bir banyonun ardından kahvaltı edip dışarı çıkmıştım. Yaklaşık yarım saat sonra çantamdaki telefonum çaldı. Ve aynı anda kalbim heyecanla tekledi. Bu sık sık olurdu. Az çok kimin aradığını biliyordum. Sesimi temizleyip aramayı cevapladım.

 

“Efendim?” Çekingen sesim endişeliydi de aynı zamanda. Kalbim hızlanmıştı. Sesini duyacak olmamada bunda etkiliydi elbette.

 

“Bir mi iki mi?” Evet, hiç şaşırmadım.

 

“Yalçın… Yine mi? Lütfen ya, geçen gün yaptırdığın on isteğe bedeldi.” Sitemkâr sesim fayda etmezdi elbette. İnsafı olmazdı bana.

 

“Seç birini hadi acelem var.” Arkadan işittiğim yüksek sesli müzik yüzünden bağırıyordu. Sabah sabah nereye gitmişti bu adam?

 

Kulağımın dibindeki sese daha fazla katlanamadan, “Bir.” dedim.

 

“Güzel. Şimdi sana vereceğim adrese gidiyorsun. Oradan bir emanet alıp geçen gün geldiğimiz bara getiriyorsun.” Yüksek sesi yüzümü buruşturmuş telefonu kulağımdan uzaklaştırmıştım.

 

“Ne? Saçmalama Yalçın.” İşittiklerim yüzünden olduğum yerde dikelirken isyankâr sesim yükselmişti. “Ne bağırıyorsun kızım? Kulak zarımı patlattın.” dedi beni hemen terslerken. Dediği şey kaşlarımı çatmama neden olurken gözlerimi devirmişti. “Sen kendi sesinden haberdar değilsin.” dedim mırıldanırken.

 

“Hadi Rose, beni uğraştırma. Adresi atıyorum. Bir saat içinde burada olmalısın.” Umursamadan emrini söylemişti, birkaç hışırtılı sesin ardından arkadan bir adamla konuştuğunu işittim.

 

“Yalçın, anlatamadım galiba. Ben oraya gelmek istemiyorum.” Telefondan beni dinlediğini bildiğim için sabırsızlıkla reddettim.

 

“Ne sızlandın kızım, kapıda karşılayacağım seni içeri bile girmene gerek yok. Ayrıca hala güneş batmadı.” dedi. Evet, ama bu benim oraya gitmek istemememe engel değildi.

 

“Tehlikenin sabahı akşamı mı olur?” İnanamıyorum. Beni resmen uçuruma itiyordu. “Beni işlerine bulaştırma dedim, ayrıca bir sürü işim var. Bir yere çıkamam. Evdeyim.” Hemen bir bahane öne sürdüğümde elimdeki bahaneyi anında çürütmüştü.

 

“Dışarıda olduğunu anlaya biliyorum. Araba sesleri geliyor. Ayrıca çocukların da olmadığına göre bu çocuk sesi dışarıdan geliyor olmalı.” Bu yüksek seste benim sesimi zar zor işitirken etrafımdaki sesleri nasıl işitebiliyordu. Gerçekten korkulurdu.

 

“Kendimi iyi hissetmiyorum.” dedim son çare.


“Mecbur olmasam bu kadar dil dökmezdim. Dediğimi yap süren daralıyor.” Ve kapattı. Ağlamak istiyorum. Tam anlamıyla günümün içine edecekti yine.

 

Birde durduk yere o saçma oyununa başvurmasa direk istediğini söylese olmuyordu. Bir mi iki mi? aklıma geldikçe delirmek istiyordum. Tam rahat bir nefes almaya başlamışken yine ummadığım anda karşıma çıkıyordu. Rahat bir nefes alıp kendi halimde takılmaya başlarken olacak şey miydi Yalçın?

 

Takıntılıydı. Dediğine göre küçükken ona bir şey yapmışım, lakin ne olduğunu bir türlü hatırlamıyorum. Sonrasında ise kinlenmişti bugüne kadar. Hep bir eziyet çektirme peşindeydi. Gözlerindeki kin bana verdiği zararın yanında hiç kalırdı.

 

Sevmiyordu beni. Sevilmeyi neden hak etmeyeyim ki? Yüzündeki kin niyeydi? O kadar çok cevapsız sorum vardı ki. Kime sorsam cevapsız kalırdı. Bir açıklaması olmazdı. Ona sorduğumda da cevabını alamazdım. Cevap vermiyordu. Bu iyice beni çıkmaza sürüklüyordu.

 

Sevmek suç olmamalıydı. Sevilmek çok görülmemeliydi.

 

Kaçıyordu. Benden o kadar uzağa gidiyordu ki aramıza giren iki adımlık mesafe bunu kapatamıyordu hiçbir zaman. Oysaki ben uykularımın kâbusu olmasına rağmen hiçbir zaman kaçmamıştım ondan. Çok sevdiğim için miydi bunlar?

Bu gaddarlığı sadece banaydı, kalbimi parçalıyordu bu bir gerçekti. Azabına direnmek güçtü. Cehennem ateşini üstüme salması onu bir cellât olarak görmeme yetmiyordu. Çünkü kalbim asla onun hakkında kötü düşünmüyordu.

 

Markete uğramadan direk yolladığı adrese gitmek için durağa geçtim. Yakın bir yerdi. Hallederdim her halde. Çok zor olmasa gerekti. Yolladığı adrese gitmek için beş dakikalık yürüme mesafesindeki durağa gitmek için kaldırıma geçtim. Hızlı adımlarım bu işi biran önce halledip günüme kaldığım yerden devam edebilmek içindi. Durağa vardığımda saatime baktım. Üç dakikada durağa gelmiştim. Farklı istikametteki dolmuşların biri durup biri kalkıyordu. Olduğum yerde sabırsızca ayağımı sallarken dudağımı dişliyordum.

 

Nihayet dakikalar sonra dolmuşa binmiştim. Tüm koltuklar doluyken şoföre yakın olan kadına ücreti verip bir direğe tutundum. Kaşlarım bulunduğum durumdan dolayı hoşnutsuz bir şekilde çatılmıştı. Bugün özel bir planım yoktu ve bu yüzden kendimi bu plansızlığa göre hazırlamıştım. Akşama kadar film izleyip pinekleyecektim. Bu iyice somurtmama neden oldu. Tuttuğum demir direğe iyice asıldım. Tüm hıncımı ondan alırcasına sıkıyordum.

 

Dolmuş bir durup bir kalktıkça içerdeki insanlar azalmıştı. Şoföre iyice yaklaştım ve gideceğim adresin nerede olduğunu sordum. Yanlış yerde inip zaman kaybı yaşamak istemiyordum. bir sonraki durakta inmem gerektiğini öğrendiğimde teşekkür ettim. Trafik yoğun olmadığı için kısa süre sonra dolmuş durmuş bende inmiştim. Sağıma soluma baktığımda nereye gidebileceğimi biliyordum yinede telefondan haritaları açtım ve on dakikalık bir yürümenin ardından bir sokağa girdim.

 

 Beklemeden Yalçın’ı aradım. “Yalçın ben gönderdiğin adresteyim.” Issız sayılabilecek sokağı incelerken haritalardan kullandığım yolun aslında bana zaman kaybettirdiğini Yalçın’ı dinlerken anladım. Sinirle soluklandım.

 

“Tamam, bekle dışarıda içeri girme, arayıp dışarıya çıkarmalarını söylerim.”

 

“Peki, bekliyorum.”

 

“Bir sıkıntı olursa hemen ara beni.”

 

“Tamam, ararım ama bir daha işlerine asla bulaştırma beni. Bu sondu.”

 

“Olur.” dedi geçiştirip üstüme kapatırken. Beklemeye başladım. Burası pek tekin yere benzemiyordu ama az ilerden cadde geçtiği için içim rahattı. Koşsam direk insan içine karışırdım. Ara sokaktı. İlerisiyle buranın zıtlığı gözle görünür cinstendi. Siyahla beyaz gibi.

 

İçeriden gülüşme sesleri geldiğinde yerimden rahatsızca kıpırdanıp sağa sola bakındım. Giden gelen çok azdı. Kentleşmenin uğramadığı bir yerdi. Ne tür işlere karışmıştı bu adam?

 

Kapı aniden açılmasıyla iki adam dışarı çıktı. Başımı hemen çevirip diğer tarafa baktım. Eğer Yalçın’ın dediği kişiyse kendisi getirirdi emaneti. Emanetin ne olduğunu bilmediğim için huzursuzdum, umarım yasadışı bir şey değildi.


“Hey baksana.” Sesin geldiği tarafa döndüğümde tek kaşını kaldırmış bana bakan birini gördüm. Etrafı gözlerimle taradım hızlıca ve bu sefer ikisine tek tek baktım. Benim beklentiyle onlara bakmam üzerine biri geride kaldı ve bana seslenen kişi bana doğru geldi. “Sen?” Dedi aynı zamanda yüzümü tarayıp düşünmeye başlarken. “Yalçın yolladı. Bir şey almamı istedi buradan.” Dedim aceleyle. Sesim içime kaçmıştı. Kaşları çatıldı. “Seni niye yolladı? Başka adam mı kalmadı?” Diye sordu hesap sorarcasına. Sustum. Her ne için demişse haklıydı. Keşke Yalçın da öyle düşünseydi.

 

“Sen geçen geceki kız değil misin?” Yüzümü süzerken hatırlamaya çalıştığı ortadaydı.

 

“Hangi kız?” Anlamamıştım. Yüzünü çıkaramamıştım.

 

“Yalçın’ın bara getirdiği kız. Evet, sen o kızsın.”

 

Bir süre yüzünü inceledim, evet söylediğine göre o kız bendim. Yüzünü tarayan gözlerim boynundaki dövmesine kaydı ve onu tanımama neden olmuştu. Hatırlamanın verdiği aydınlanmayla kaşlarım havalandı sonra yüzüne kaydı bakışlarım. Bakışlarımız saniyeler sonra normal bir hal almıştı.

 

“Ben alacağımı alıp gitsem? Geç oldu.” dedim huzursuzca yüzündeki gözlerimi çekip etrafa bakındım. Elindeki kutuyu bana uzattı. Kutuyu alıp çantama attım hemen. Yüzüne bakmadan arkama döndüğüm gibi uzaklaşmaya başladım. “Hey!” dedi arkamdan. Olduğum yerde durup ona döndüm. Aramızda hatırı sayılır bir mesafe vardı. Elinde dumanı tüten sigarası vardı, bir eli cebinde dimdik bana bakıyordu.

 

“Bir daha böyle yerlere gelme.” dedi. Başımı salladım usulca. Ve beklemeden arkamı dönüp çıktım bu ara sokaktan. Arkamdan beni izlediğini adım gibi biliyordum. Hissediyordum çünkü. Tedirgin adımlarım aceleciydi.

 

Caddeye çıktığım gibi durağa yürümeye devam ettim. O arada Yalçın’a barın adresini yollaması için mesaj attım. Ondan cevap gelene kadar durağa geçtim. Ne tarafa gideceğimi biliyordum ama açık adresi bilmiyorum. O gün sadece yolları izlemiştim. Yolları ezberlememiştim. Bugün geldiğim bu yeri de bilmiyorum. Sadece caddede birkaç defa iş bakmıştım.

 

Sık sık iş değiştirirdim. Bir yerde en fazla altı yedi ay kalırdım. Aslında her işi hakkıyla yapardım, tabi artık kovulma korkusu olduğu için ekstra özen gösterirdim gel gör ki işe yaramıyordu. Şansızlık yakamı bırakmıyordu. Yeni bir iş bulana kadar çektiğim sıkıntıları bir Allah bilirdi. Yediğimden içtiğimden kısar, elektriği neredeyse hiç açmazdım, devamlı buzdolabı çalışırdı yalnızca. Suyu idareli kullanırdım. Kira için ay sonuna kadar çektiğim stresi anlatamazdım. Tek kişiydim lakin bu önlemlerin sebebi sürekli iş değiştirmem ve diken üstünde olmamdı.

 

Uğursuzluk üstümde bulut gibi dolaşırdı.

 

Yalçın’dan beklediğim mesaj, dolmuşta koltuğa yerleştikten sonra fark ettim. Oraya tek dolmuşla gidilirdi ama yanlış araca bindiğim için ikinci bir dolmuş kullanmam gerekiyordu. Bıkkınca soluklanırken pencereden dışarı izledim gideceğim yere kadar. Kuryecisi olmuştum bu seferde. Bildiğin ayakçısı yapmıştı beni.

 

Dolmuş nihayet durmuştu ben ikinci dolmuşu çok beklemeden bindim, bu seferki oldukça kalabalık olmasından ötürü ayakta gitmek durumunda kalmıştım. Çok dert etmedim, eğer ki dolmuşta yer bulup oturursan o günkü bütün şansını da kullanmış olurdum. Ve ben bir önceki dolmuşla bugün ki şans kotamı doldurmuştum.

 

Yollar akıp gidiyordu. Yolcular iniyor yolcular biniyordu. Ben ise hayatımı sorguluyordum. Bir ağabeyim vardı ama nerede olduğunu asla bilmiyorum. yıllarca aramış sonra vazgeçmiştim. beni terk edip bir başıma bırakmıştı. En son ne zaman gördüğümü de bilmiyorum. O kadar yoktu ki hayatımda hiç sorgulamazdım artık, ne varlığını ne de yokluğunu. Yüzünü bile unutur olmuştum. Her halde karşıma çıksa babama benzerliğinden tanırdım sadece. Onun gözündeki yokluğum açıktı, eğer beni önemseseydi arayıp sorardı.

 

Dakikalar geçmiş ineceğim yere varmıştım. Dolmuştan indiğimde buradaki birçok yerin eğlence alanı olduğunu fark ettim. Daha önce yolum buraya hiç düşmemişti. Geçen günle beraber ikinci gelişim olacaktı.

 

Şu an sakindi ortam. Gündüz gözüyle hiçbir tehlike yoktu. İnsanlar geçip gidiyor, gülüp eğleniyordu. Birkaç tip dışında göze batan bir abartı yoktu. Lakin mekânlar lüksten uzak daha çok yasa dışı yerleri ve suç merkezlerine benziyordu. Belki de sadece benim aşinası olmadığım ortamın göbeğinde bulmamdan dolayıydı. İçimdeki endişe ve korkuyu bastırmaya çalışarak ilerlemeye başladım. 

 

Sonunda geçen gün geldiğimiz barın önünde durduğumda telefona sarılıp Yalçın’ı aradım. Uzunca saniyelerden sonra tam kulağımdan çekmişken aramamı cevapladı.

 

“Geldin mi?”

 

“Kapıdayım.”

 

“Bekle, geliyorum.” Telefon kapandığında derin bir nefes çekip biraz olsun rahatlamaya çalıştım. Birazdan her şey bitecek ve ben evime dönecektim. Geldiğimden beri giren çıkan olmamıştı. Kapıya biraz daha yaklaşıp koca saksıdaki bodur ağacın arkasına geçtim. Sabırsızca Yalçın’ın biran önce çıkmasını istiyordum. Günler sonra ilk kez görecektim. Yanaklarımın şimdiden kızarmaya başlaması onu birazdan göreceğimi bilmemdendi.

 

Kapıdan çıkıp sağa sola baktığında nefesimi tuttum. Beni gördüğü gibi aceleyle yanıma geldi. “Zamanında geldin, aferin.” dedi yüzümü tararken. Varlığıyla içimde kabaran şeyin ne olduğunu asla anlayamıyordum. Kanım akıyordu sanki. Damarlarım mı genişliyordu emin değilim. Saatlerce oturup dalmak istiyordum. Sadece geçtiği yerlere bakarak dalmak, o derinliklerden bir daha çıkmamak ve orada boğulmak. Sonumun onunla olacağı kesindi. Birlikte değil onsuzken onunla yaşıyordum.

 

İçli bir soluk çektiğimde içimdeki heyecanı bastırdım ve gözlerine dalan gözlerimi çektim. Kimi zaman tüm berraklığıyla duygularım ortaya dökülürken kimi zaman ise tam tersi bulanık ve tamamen görünmez olabiliyordu. Ruh halim gibi tutarsızdı duygularım da.

 

Cevap vermemem üzerine, "İstediğimi getirdin mi?” Sorusu üzerine başımı sallayıp hemen çantamdaki kutuyu çıkarttım. Ona kutuyu uzatırken aynı zamanda da konuşmaya başladım. “Ne var bu kutunun içinde?” Sorum üzerine elindekine bakmayı bırakıp yüzüme baktı.

 

“Açmadın mı?”

 

“Hayır. Ne var içinde? Yasa dışı işlere mi karışıyorsun yoksa?” dedim korkuyla. Dediklerime inanamayan bir ifade yerleşirken yüzüne bu halime gülümsedi ve kutuyu açıp bana gösterdi. Yüzümdeki ifade rahat bir hal alırken içten içe onun adına mutlu olmuştum. Bana karşı tavırlarına rağmen onun kötülüğünü asla istemiyordum.

 

Kutunun içinde USB cihazları ve SD kartlar vardı.

 

Yüzümdeki rahatlayan ifadeyle ona döndüğümde dağınık hali gözümden kaçmamıştı. Dağılmış saçları ve yüzündeki yorgun ifade çok çalıştığını gösteriyordu. Yeni işi onu yoruyordu. Ayrıca üstüne sinen yoğun sigara kokusu aramızdaki mesafeden dahi alabiliyordum.

 

“Yorgun görünüyorsun.” dedim içime kaçan sesimle. Eli saçlarına gidip yavaşça saçlarını karıştırdı. Salaş gömleği çok yakışmıştı. “Yorgunum.” dedi beni onaylayarak. “İçeri gelmek ister misin?” Bana yönelttiği sorusuyla saçlarındaki elini yanına indirdi. Gerçek bir teklifti. O böyle sorunca kabul etmek istedim ama geçen günkü adamları hatırlayınca vazgeçip başımı sağa sola sallayıp reddettim. Ayrıca ona asla güvenmiyordum.

 

“İçerde birkaç kişi dışında kimse yok. Akşam kalabalıklaşır buraları.” dedi beni ikna etmeye çalışırken. “Yok, ben gitsem iyi olur.” dedim kararlılıkla. Yorgun bir soluk çekti ve beni onayladı. Harekete geçtiğimde beni tekrar durdurdu. “Bekle, bir mi iki mi?”

 

“Yalçın...” dedim isyan edercesine. Ağlak bir ifade yüzüme yerleşmişti ama umursamadı hatta tek kaşı havaya kalktı. Cevap vermedim. Kendinden taviz vermedi asla. Boştaki eliyle şakağına masaj yapar gibi ovuşturdu sonra kapanmış olan gözlerini yorgunca açıp bana yöneltti. Pes ettim. Kabul edeceğimi anladığında yüzüne çarpık bir gülüş yerleşti. Yorgunluğuna tezat bir gülüştü. Her zamanki istediğini yaptırdığında yüzüne yerleşen ifadeydi.

 

“Peşin söylüyorum yapabileceğim bir şey iste.”

 

“İstemek değil Rose. Bu bir oyun. Hadi seç.” dediğine hoşnutsuzca yüzümü buruşturdum Oyunsa hiç eğlenmiyordum.

 

“Oyun adı altında bana istediğin şeyi yaptırıyorsun. Ne isteyeceksen direk iste işte.”

 

“Öyle de tadı kalmıyor.” dedi pişkin bir tavırla. “Oyunumuzu seviyorum.” Gözlerim bu sözler üzerine kapandı. Az önceki onu görecek olmanın verdiği heyecan aklıma geldi. Tam bir ahmaktım.

 

“İki Yalçın iki!” dedim bastıra bastıra. Dudaklarım sinirle birbirine yapışırken yanaklarıma kaydı bakışları sonra direk gözlerime tırmandı irisleri. Yüzüne masum bir ifade yerleştirdi. “Başım ağrıyor bana ağrı kesici alıp içeri getir.” dedi. Cümlesiyle her şeyi unuttum bir anda. Ona olan sinirim, beni düşürdüğü durumlar ve parçalara ayırdığı gururum. Yüzüm endişeli bir hal almıştı anında. “Çok mu ağrın var?” Başını sallayıp beni onayladı. “Niye evine gidip biraz dinlenmiyorsun? Hastaneye götüreyim mi?” İlgili hallerim üzerine tebessüm etti sadece.

 

Arkasına dönüp gittiğinde öylece ortada kalmıştım. Arkasından bir adım atıp olduğum yerde durdum tekrar. Üzüntüyle dudağımı dişlediğimde çok düşünmeden geldiğimde yol üzerinde gördüğüm eczaneye gitmeye başladım hızlı adımlarla. Gelirken etrafıma bakıp attığım ürkek bakışlarımın yerini şimdi tek bir noktaya odaklanmış ve ne olursa olsun o ilacı alıp biran önce onun iyi olması için çabalayan ifade yer almıştı.

 

Birazdan pişman olacağımı adım kadar biliyordum, emindim. Lakin onun acı çekiyor olma ihtimali bunu umursamama engeldi. İlacı almış ardından hiç zaman kaybetmeden gerisin geri döndüm.

 

Barın önüne gelmiş çok az bir tereddütle içeri girmiştim. Geçen sefer geçtiğim yolları hatırlayıp mekânın içine yol almaya başladım. Dediği gibi içerisi boş sayılırdı. Onu hemen bulduğumda geçen sefer oturduğumuz geniş ve alçak masanın oradaydı. Yayıldığı koltukta önündeki kâğıtlarla uğraşıyordu.

 

Ona doğru adımlamaya başladım. Yüzündeki sıkılmış ve işlerden bunaldığını haykıran tavrı içime işlemişti. Ortamdaki müzikle nasıl odaklana bildiğini merak ettim. Belki de başındaki ağrının sebebi buydu. Masaya varıp yanına oturdum. Elimdeki küçük ilaç poşetiyle tam karşısına oturduğumda bana kısa bir bakış attı. Elindeki kalemle bir şey yazdı. Başka bir kâğıttan da bir yeri işaretledi ve sırtını düzleştirip poşete uzandı.

 

“Sağ ol.” dediğini kıpırdayan dudaklarından anladım. Yüksek ses onu işitmeme engel oluyordu.

 

Sessizce onu izledim. İlacı alıp susuz içti. Bana kısa bir bakış atıp işine tekrar döndü. Onun iyi olduğunu anladığım an gitmeye karar verdim. Etrafın sakinliği ve Yalçın’ın benimle uğraşamayacağı da kalmam için bir etkendi tabii. O çalıştı ben onu izledim. Bazen başını kaldırıp hala gitmediğimi görüyor sonra tekrar işine dönüyordu. Barın içini inceledim, filmlerde gördüğüm pavyonlara benziyordu biraz. Farklı bir yerdi. Koyu renkler hâkimdi. Ahşap, siyah ve kahverengi çoğunluktaydı.

 

Çeşit çeşit içeceklerin olduğu şişeler ilerdeki bar kısmının arkasındaydı. Önünde de tabureler vardı. İki çalışan yerleri siliyor, bir çalışan masaları siliyordu. Barmen bardakları diziyor sonrada omzuna attığı bezi alıp bardakları silmeye başlıyordu. Sonra bir adam geldi, sanırım buranın sahibiydi, çalışanlara direktifler vermeye başladı. Ardından oradan ayrılıp bir kapıdan içeri girdi.

 

Önüme döndüğümde aynı anda Yalçın da başını kaldırdı. Gözlerime bakarken sırtını gerdi. Şu an sanki daha iyi gibi gelmişti. “Daha iyi misin?” diye sordum sesimi duyurmak için biraz bağırırken.

 

“Evet.” dedi başını sallarken. Koltukta geriye yaslandı ve bacaklarını öne uzatıp başını da koltuğun başına bıraktı. Aynı anda gözleri de kapanmıştı. Ben bu halini tırnağımı ısırarak izliyordum. Tüm yorgunluğa rağmen nefesimi kesebiliyordu. Bilmiyorum sanırım biraz huzurlu hissediyordum. Keşke her zaman böyle sessizce onu izlememe izin verseydi. Beni kıracak durumlar yaratmasaydı.

 

Dakikalarca öyle durdu. Bir ara boynu yan tarafa düşmüş ve ben uyuduğunu zannetmiştim ama uyumadığını gözlerini açıp beni kontrol ettiğini gördüğümde anladım. Başından beri her ayrıntısını teker teker incelemiş çokça iç çekip hüzünlenmiştim.

 

Uzun dakikalar sonunda olduğu yerde toparlandı. Dizlerine dayadığı dirsekleri sayesinde masaya eğilmişken bana biraz yaklaştı aynı zamanda. “Sevdin burayı.” dedi alayla.

Ne dediğini anladığımda bakışlarımı ondan çektim. Bir rüyadan uyandım böylece. Çantama uzanıp elimle kavradım. Son bir bakış attım kalkmadan önce. “Gitmen için demedim.” dedi hemen, sözleri beni durdurmuştu. “Gitsem iyi olacak. Ben iyi olduğunu görmek için kalmıştım...” Söylediğim şeyin hoşuna gittiğini yüz ifadesinden anladım.

 

Yüzündeki ifadeyi gördüğümde ayaklandım hemen. Kalkmamla biriyle karşı karşıya gelmem bir oldu. Çarpmaktan son anda kurtulmuştuk. Müziğin el verdiği kadar sesimi duyurmaya çalıştım. “Özür dilerim, göremedim.” dedim mahcupça. Bu o dövmeli adamdı. Derin bakışlarına maruz kaldığımda Yalçın’a kaydı gözlerim. Kâğıtlarla uğraşmaya başlamıştı. Onları arkamda bıraktım ve çıkışa yenilmiş bir halde gitmeye başladım.

 

O adamın arkamdan geldiğini karşıdaki camın yansımasından görebiliyordum. Çıkışın olduğu koridora girdiğimde Sadık’ın da içeri girdiğini görmemle gözlerim kocaman açıldı. Hemen arkamı döndüğümde saklanmak için içeri dönmem gerekti.

 

Koridoru arkamda bırakıp kapıdan adım atacağım vakit biriyle çarpıştım. Kim olduğuna bakmadan yanından sıyrıldım aceleyle. O Sadık denen adamdan korkuyordum.


İki adım atmışken kolumdan tutulmam bir oldu. Kalbim duyduğum korkuyla dehşetle çarpmaya başlamıştı. Dizlerimdeki derman tükenmişti anında.

 

Sanırım yolun sonuna gelmiştim. Ben kaçtıkça bataklığa çekiliyordum.