Tek başına geçirilen bir çocukluk gibi geliyor bana hayat. Yaşamımız boyunca peşinden gittiğimiz tek şey kendimiziz çünkü. Ardından baktığımız koca bir hikaye yönetiyor hayatımızı farkından olmadan, hatta ardından bakmaya çoğu zaman cesaret edemediğimiz bir geçmiş. Yürüdüğümüz yollarda, aştığımız dağların ardında aradığımız da geçmişin düğümünü çözme çabasından başka bir şey değil. Ömür geçiyor bu arayışlarla. Hatta bazen hayatın amacını "aramak" üzerinden belirliyoruz. Yoksa insan nasıl hareket halinde olurdu ki başka? Fakat bana öyle geliyor ki ararken daha çok kayboluyoruz, bir nevi sürükleniyoruz çünkü bilmediğimiz yöne giden dalgalarında denizin: Su gittikçe derinleşir, hırçınlaşır ve yönünü bilmeyen insan yüzmeye cesaret edemez. Bana öyle geliyor ki maksat yüzmeyi öğrenmek aslında. Çünkü ancak o zaman bir kıyıya varabilir insan. Bir kıyıdan diğerine geçmek daha kolaydır çünkü. Yani ben diyorum ki suda çırpınmamalı insan, dalgalarla yükseldikçe hangi kıyıya gideceğini düşünmemeli; suda var olmayı öğrenmeli, suyla bir olmayı öğrenmeli ve vardığında bir kıyıya, yaşayarak çizmeli yolun devamını. O kıyıdaki edinimleriyle başka bir kıyıya elleri dolu şekilde geçmeli. Bakıldığında bu, kolayı seçmek, kolay yoldan bir hayat yaşamaya çalışmak gibi görünebilir. Fakat söylemeliyim ki basit görünende gizlidir aslında karmaşık olanı çözecek... Ve bana öyle geliyor ki yaşam, birikimlerle anlam kazanıyor. Bir odada tek başıma otururken zihnime biriktirdiklerimle baktığım gibi hayata…