Çıkarmak etseler tenden çekip peykânın ol servin

Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab


Hatırlayacağınız üzere bir önceki yazımız olan "Bir Öksüz Şair" başlıklı yazımızda, bir kaç hususa değinmiştik. Bu noktalardan bir tanesi "eş-siğru fi batnı'ş-şairi" iken diğeri de divan edebiyatının belki de omurgasını teşkil eden "âşık'ın maşuktan hissesi/hazzı yoktur" yaklaşımı olmuştu. Her iki nokta da gayet önemli noktalar olmakla beraber, belki de ikincisi birincisinden çok daha büyük öneme sahip. Özellikle de günümüz dünyasında insanların sırf aşık olmaları dolayısıyla, aşık oldukları kimse üzerinde hak sahibi olmalarını düşünmeleri dolayısıyla gayet büyük önem arz etmektedir. Oysaki divan edebiyatının bakış açısında mâşuk üzerine hak sahibi olmak bir tarafa, ona ulaşmak ya da bir diğer tabirle vuslat bile kabul edilemez amaç olarak görülmüştür. Sonuç itibariyle, şair bir tarafta duygularını ve düşüncelerini kendinde gizlerken diğer taraftan da aşkın kendisinde yok olmak adına, mâşuktan bir karşılık beklemek şöyle dursun, ona kavuşmanın hayaline tutunmaktan öteye gitmemiştir.


İşte yukarıdaki açılış dizelerimiz de, Fuzûlî merhumun bu minvalde dile getirdiği duygularıdır. Bir taraftan, çok ince bir şekilde âşkına düştüğü dilberin kirpiklerini aşk oklarına benzetip o okları kalbinde hissederken diğer taraftan da o okların (aşk oklarının) saplandığı yerden çıkarılmasındansa kalbinin sökülmesini dile getirmiştir. Hatta, biraz daha derinlemesine işleyecek olursak bu dizeleri, Fuzûlî merhumun, yarin kaşlarını (osmanlıda profesyonel okcuların kullandıkları yay çeşidi olan) keman'a; kirpiklerini (aşık eden) oklara benzeretek o okların kalbine saplanmasıyla aşık olduğunu dahi söyleyebiliriz. Dedik ya, eş-şiğru fi batnı'ş-şairi diye, işte tam olarak neyi kast ettiğini bilmediğimiz için onun yerine bu anlamları belki de bizler yüklüyoruz...


Pek tabii ki bir tarafa Fuzûlî merhumu diğer tarafa da Atsız merhumu alarak bir kıyaslama yapmaya çalışmak, onların edebî taraflarını göz önüne alarak ancak mümkün olabilir. Ve denilebilir ki her ikisi de vezinsiz, kafiyesiz, redifsiz şiir olamayacağını, şiirin olmazsa olmazlarından bir tanesinin benzetme olduğunu tüm şiirlerinde ilmek ilmek işledikleri için kıyaslanabilirler. Ve bizim burada yapacağımız bu kıyas da biraz onların aşk-âşık-mâşuk anlatımını, edebî sanatlar çerçevesinde incelerken devirlerinde kendilerine olan bakış açısını anlama gayretine düşeceğiz.


Ey gözleri hançer gibi keskin dişi kaplan!

İster bana aşkın bütün âlâmını çektir

İster beni öldürmek için sineme saplan

Ölsem bile aşkım seni takip edecektir.


Bir tafarta Fuzûlî merhumun, diğer tarafta Atsız merhumun, farklı kelimeler ve benzetmelerle dile getirdikleri aynı duygular. İkisi de âşık oldukları kişilere cana kast edebilecek benzetmeler yaparak aşklarını dile getirmişler. Bir tarafta kendi devrinin dil özellikleri gereği ağır bir anlatıma sahip olan Fuzûlî merhum; diğer tarafta bir devrin çöküp bir diğer devrin başladığına şahit olmuş Atsız. İki farklı dönem, iki farklı uslüp; iki farklı tarz, tek duygu, aşk...


Şiirlerin kendilerinden de görüleceği üzere birisinin izaha ihtiyaç duyması gerekliliği yadsınamazken bir diğeri için böylesi bir durum söz konusu değildir. Ancak her nedense, bir çok şiir sevdalısı bile Fuzûlî merhumu şu ve ya bu sebepten bilirken, izaha ihtiyaç duymayan duygularını her yaştan; her kesimden kişilerin bile anlatabileceği tarzda şiirler yazan yakın dönem cumhuriyet şairi, Fuzûlî merhum kadar dimağlarda yer edinememiştir. Peki buna sebep nedir? Daha önceki yazımızda ufacık bir şekilde değindiğimiz kendisinin politik görüşleri midir buna sebep olan? Bence olamaz, olmamalıdır. Çünkü politik yaklaşımları her ne olursa olsun insanlar aynı şekilde duygulanırlar. Yoksa, Atsız şu ve ya bu şekilde birilerinin işine gelmeyecek bir şeyler yaptığı mı için mi 'öksüz' kalmıştır?


Politik, sosyal veya demografik, her dönemin kendisine göre bir hâlet-i ruhiyyesi ve kuvviye-i maneviyesi olduğu gerçeği bir tarafa, genel olarak tüm şairler şu ve ya bu sebeple ve doğrudan veya dolaylı olarak içerisinde yaşadıkları bu çevreyi şiirlerine bir şekilde yansıtma ihtiyacı duymuşlardır. Bunu, Fuzûlî merhum "selam verdik rüşvet değuldur deyü almadılar" diyerek dile getirirken; Nef'î merhum daha da şiddetli bir dil kullanarak;


"Ehl-i dil düşmeni din yoksulu bir melunsun

Öldürürlerse eğer can-be-cehennem a köpek"


Demek suretiyle, devrin veya devirde yaşanan olayları bizlere yansıtabilmiştir. Kendi döneminde yükselen Türkçülük siyasî akımının yansımalarını gerek şiirlerinde gerekse de hikayelerinde, romanlarında bizlere aksettirmeyi başarabilmiştir. Heyhat ki bu politik eleştiriler Fuzûlî merhumun maaşına; Nef'î merhumun kellesine sebep olurken, Atsız merhumun şiirlerine sebep olmuştur.