Damdan dama atlarım sevdiğimi göremedim yanarım

Bana göstermeyen zalim babası damı başına yıkarım

Neymiş efendim zengin ağanın oğluna verecekmiş

Hele sen bir ver de bu köyü başına inan ki yıkarım

Yıkarım derken hamamda anlamayasın başına damdan inerim


Aşk bu vazgeçilmezimizdir. Gönülde konuk ettiğimiz, aklımızı başımızdan alan, karşımızdaki güzeli bakışıyla, gülüşüyle, gamzesinde çiçek bahçesiyle açan güller arasında gezdirendir. Aşka her zaman bu gözle bakanlar olmuyor, haliyle böyle olunca da âşık iyicene deli oluyor, kendinden geçiyor. Varlık âleminde en güzel duyguları hissettiren elbette ki aşktır, sevmektir, sarılmaktır, candan öte canını can bilmektir. Her ne kadar kendimizce aşkı anlatmaya çalışsak da anlatamayız, yaşayan bilir diyelim ve yaşayarak yazan âşık olarak ben bilirim aşkı hasreti…


“Mutasavvıflar, Yüce Allah’ın "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi diledim, bunun için (beni bilmeleri için) yaratıkları yarattım." (Yılmaz 2013, 396) Kelamından ötürü aşkı varlık âleminin yaratılma sebebi olarak görmüşler ve bu âlemi Mutlak güzelliğin tecelli ettiği yer olarak düşünmüşlerdir. Bu Hadîs-i Kutsî’den dolayı nazarî ve estetik esaslarını İslamiyet’ten ve tasavvuftan alan klasik Türk edebiyatında aşk, mukaddes bir değer sayılmış ve klasik şiirin temelini oluşturmuştur. Tasavvufî edebiyatta aşk her şeyin özüdür, varlık âleminin yaratılış sebebidir. Bu nedenle kâinatta aşkı yok sayacak bir zerre dahi bulunmaz. Mutasavvıfların nazarında aşk, mâsivâyı terk ederek tüm benliğini yalnızca Rahman’a teslim etmektir. Mutlak gerçeğe ancak aşk vasıtasıyla ulaşılabilir, diğer yollar bu sırra erişmede aciz kalır.”


GİRİŞ

Âşık sevdiği kızı göremediği için aşkından deli olmuş, köyde damlardan dama atlayarak sevdiği kızın babasına seslenmektedir. Damdan dama atlarım sevdiğimi göremem, aşk ateşiyle yanarım. Burada yanmak, odun ateşi yakarak kendini yakmakla karıştırılmasın içten yanmalı motor dediğimiz gönlün içten çalışmasıyla; aklın balatalarını sıyırarak yakmasından söz etmekteyim haliyle. Bana kızını sevdiğim halde göstermeyen ey babası, oturduğun evin damını başına yıkarım diyerek acısını sancısını haykırmaktadır haliyle. Halden hale giren aşığın halleri… Ne diyelim, aşka karşı boynumuz kıldan incedir. Bu arada aşkın hallerini sıralamakta fayda vardır.


A-Hali: Aşkın aklın balatalarını sıyırarak aklı baştan aşarak gönle girerek gönülle olan aşkın hallerini âşık olmayanlar anlamaz halidir.


B-Hali- Burada aşkın belli olduğu aşikâr iken aşkın belli halidir.


C-Hali: Canından çok sevdiren aşk cananı candan çok sevdiğinin halidir.


D-Hali: Damdan dama aşk atlatır hali.


E-Hali: Elinde aşktan başka bir şeyi olmayan, çoğu zaman fakir olan lakin aşığın zenginliğini gösteren hali.


F-Hali: Fırında yanan ya da ocakta pişen yemeğin yanmasına vesile olan ya da aşığın içten yanmasını gösteren yanma halidir.


G-Hali: Günden güne sevdiğine kavuşamayan cananın ya da aşığın, yani benim, eriyerek ve yemek yemeyerek diyete sokan ve günden güne erime halidir.


H-Hali: Her şeyi göze alan aşığın aşkından vazgeçilemediğini gösteren hırçın olmasa da her şeyden geçerim, aşkımdan vazgeçmem ben, herkes bilsin halleri.


Bu kadar hal yeter sanırım.


GELİŞME

Neymiş efendim, kızını zengin ağanın oğluna verecekmiş mim miş diye sitem ederken sanki o para yönünde zengin, ben aşk sevme yönünden zenginim. “Paranın ne önemi, mühim olan insanlık.” diyen sanatçımızın şarkısıyla da ahenk katarak seslenmekte. Bu ahenkteki uyumu gören sevdiği kız onu görmek için, içeride odasında kıvranmakta, onu görmek için çareler aramaktadır. Hele sen bir ver de sevdiğim kızını, bu köyü başına inan ki yıkarım altında kalırsın, sen bu tutumundan vazgeç, ısrarcı olma diye uyarmaktadır.



Gönlüm düştü bu sevdaya

Gel gör beni aşk neyledi

Başımı verdim kavgaya

Gel gör beni aşk neyledi


Ben yürürüm yana yana

Aşk boyadı beni kana

Ne akilim ne divane

Gel gör beni aşk neyledi


Mecnun oluben yürürüm

Dostu düşümde görürüm

Uyanır melul olurum

Gel gör beni aşk neyledi


Aşkın beni mest eyledi

Aldı gönlüm hasteyledi

Öldürmeğe kast eyledi

Gel gör beni aşk neyledi


Gâh eserim yeller gibi

Gâh tozarım yollar gibi

Gâh akarım seller gibi

Gel gör beni aşk neyledi


Akan sulayın çağlarım

Dertli yüreğim dağlarım

Yârim için ben ağlarım

Gel gör beni aşk neyledi


Benzim sarı, gözlerim yaş

Bağrım pare, ciğerim baş

Halden bilen dertli kardaş

Gel gör beni aşk neyledi


Miskin Yunus biçareyim

Baştan ayağa yareyim

Dost elinden avareyim

Gel gör beni aşk neyledi

Yunus Emre



Karasevda

Bir kere sevdaya tutulmayagör

Ateşlerde yandığının resmidir.

Âşık dediğin, Mecnun misali kör

Ne bilsin âlemde ne mevsimidir.


Dünya bir yana, o hayal bir yana

Bir meşaledir pervaneyim ona.

Altında bir ömür döne dolana

Ağladığım yer penceresi midir?


Bir köşeye mahzun çekilen için,

Yemekten içmekten kesilen için,

Sensiz uykuyu haram bilen için,

Ayrılık ölümün diğer ismidir.


Cahit Sıtkı Tarancı


ANA KONUSU

Ana konusundan ziyade, kızın anasının “Bey, sevenleri ayırma yazık olur.” demesine rağmen anasının da çektiği sıkıntıları hissedebiliyoruz.


BABA KONUSU

Kızını zengin ağanın oğluna vereceğim diyen babanın, inadını görmekteyiz.


SONUÇ

Sonuç olarak damda gezen aşığın yıkarım derken hamamda kese atarım sabunla yıkarım anlaşılmasın, başına damdan inerim diyerek yanlış anlaşılmalara son veren şair ile yani ben ile haykırmasındaki tonun, yürek burkan iç sesindeki inme ve çıkmaların bas tizde olmasının kulakları yürekleri burkan haliyle duymaktayız. Bence bu işin sonunda âşık, yani ben kızı kaçırarak evlenmekten başka bir çaresinin kalmadığının da dipnot olarak belirteyim.


“Klasik şairler, aşkı kimi zaman ilahi boyutta ele almış, kimi zaman da doğrudan aktarmışlardır. Bazı metinlerde de aşk, bu iki boyutla sentezlenmiş ve beşerî duygulardan soyutlanarak ilahi aşka geçiş için bir köprü gibi düşünülmüştür. Esasında Allah'ın insanlara bahşetmiş olduğu beşeri aşk da ilahi aşkın dünya âleminde bir tezahürüdür. Şairler, aşka muhtelif benzetmeler yapmış ve aşkı çeşitli mecazlar yoluyla dile getirmeye çalışmışlardır. Birçok şairin farklı pencerelerden baktığı aşk, şiirlerde yüzlerce benzetmeye konu olmuştur. Aşkla birçok somut ve soyut kavram arasında bağ kurulmuş olsa da şairler aşkı yeterince ifade edebilmekte aciz kalmışlar ve aşkın herkes tarafından kabul görmüş bir tanımını ortaya koyamamışlardır.*”


ŞİİRDE AHENK

Aşk ile seven aşığın seslenişi mısra mısra gönüllere işleniyor.


ŞİİRDE ANLATIM

Anlatım bence yerinde ve kararında. Az yüksek volümde olsa da aşığın halini ancak duyurmak için volümün yüksek olmasında bir sakınca yoktur.



ÖLÇÜ VEZİN

Şiirde ölçü vezin yoktur, aşkla seven şairin buna vakti olmadığından ölçüsüz yazmıştır.


HECE ÖLÇÜSÜ

Damdan dama atlarım sevdiğimi göremedim yanarım 7/11’li hece ölçüsü yoktur.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20


SERBEST ÖLÇÜ

Hece, aruz gibi herhangi bir ölçüye bağlı kalınmayan ölçüdür. Hecelerin açık veya kapalı olmasına ya da sayılarına bakmaksızın şairin tamamen kendi üslubuna göre yazmasıdır. Serbest ölçü, Türk şiirinde 1940’lardan sonra Orhan Veli Kanık ile yaygınlaşmaya başlamıştır.

Şiirimizde serbest ölçü ile ölçüsüz yazılmıştır.


KAFİYE (UYAK)

Dizelerin sonundaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin veya seslerin benzerliğine kafiye (uyak) denir.


Damdan dama atlarım sevdiğimi göremedim ya     /narım

Bana göstermeyen zalim babası damı başına yı      /karım

Neymiş efendim zengin ağanın oğluna verecekmiş

Hele sen bir ver de bu köyü başına inan ki yıkar         /ım

Yıkarım derken hamamda anlamayasın başına damdan iner / im


YARIM KAFİYE (YARIM UYAK)

Dize sonlarında bulunan sözcüklerdeki tek ses benzerliğine yarım uyak denir.



Damdan dama atlarım sevdiğimi göremedim yanarı /m

Bana göstermeyen zalim babası damı başına yıkarı /m

Neymiş efendim zengin ağanın oğluna verecekmiş

Hele sen bir ver de bu köyü başına inan ki yıkarı /m

Yıkarım derken hamamda anlamayasın başına damdan ineri /m


Yukarıdaki dizelerde bulunan “yanarım” ve “yıkarım”, ”inerim” sözcüklerindeki ortak ses “-m” dir. Dize sonundaki bu bir ses benzerliği yarım kafiyeyi oluşturur.



TAM KAFİYE (TAM UYAK)

Dize sonlarında bulunan sözcüklerdeki iki ses benzerliğine tam uyak denir.


Maalesef bu şiirde tam kafiye uyak yoktur. Şairimiz ve âşık yani ben bu konuda çalışmalara girerek bu konuda yazarken dikkate alacağımı bildiririm.


ZENGİN KAFİYE (ZENGİN UYAK)

Dize sonlarında bulunan sözcüklerdeki üç veya daha fazla ses benzerliğine zengin uyak denir.


Ya/na/rım

Yı/ka/rım

İ/ne/rim


Yukarıdaki dizelerde bulunan “yanarım”, “yıkarım” ve “inerim” sözcüklerinde “rım” üç ses benzerliği vardır. Bu da zengin kafiyeyi oluşturmuştur.


KAFİYE ŞEMASI (UYAK DÜZENİ / KAFİYE ÖRGÜSÜ)


Kafiye düzeni şiirin biçimsel bir özelliğidir. Kafiye düzeni (örgüsü), dizelerin sonlarına bakılarak çıkarılır.

Kafiye örgüsünün, mısraların son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.



Damdan dama atlarım sevdiğimi göremedim yanarım / a

Bana göstermeyen zalim babası damı başına yıkarım / a

Neymiş efendim zengin ağanın oğluna verecekmiş b

Hele sen bir ver de bu köyü başına inan ki yıkarım / a

Yıkarım derken hamamda anlamayasın başına damdan inerim / a


DÜZ KAFİYE

Bir dörtlükte bütün dizelerin ya da ilk üç dizenin veya birinci dizeyle ikinci, üçüncü dizeyle dördüncü dizenin kafiyeli oluşuna düz uyak denir, “aaaa”, “aaab”, “aabb” gibi.


Bu şiir düz kafiye ile yazılmıştır. Düzden hiçbir engele takılmadan sonuca ulaşmayı seçen âşıkla şair bu kafiyeyi uygun bularak yazmıştır.


LİRİK ŞİİR (DUYGUSAL ŞİİR)

İçten gelen heyecanları coşkulu bir dille anlatan duygusal şiirlere lirik şiir denir. Bu şiirlerde “sevgi, özlem, ayrılık” gibi konular işlenir.


Örnek(ler)


Nasıl acıkırsa susarsa insan

Öyle sevdim bir memleket kızını

Bir şey bu aşkın artırdı hızını

Aramıza dağlar deryalar koyan


Bu dörtlükte olduğu gibi lirik şiirde hayal, duygu ve coşkunluk birinci plandadır.

 

EPİK ŞİİR (DESTANSAL ŞİİR)

Kahramanlık, yiğitlik, savaş konularını işleyen ya da tarihsel bir olayı coşkulu bir anlatımla işleyen şiirlere epik şiir denir.


Örnek(ler)


Bizdik o hücumun aşkıyla kanatlı

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle

Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle


Bu dörtlükte olduğu gibi epik şiirler, okuyanlarda vatan ve millet sevgisi oluşturur.

 

DİDAKTİK ŞİİR (ÖĞRETİCİ ŞİİR)

Belli bir düşünceyi kabul ettirmek veya belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders çıkarmak için yazılan öğretici şiirlere didaktik şiir denir.


Örnek(ler)


Piknik, gezi yaparken

Çöp bırakma geride

Çayırlarda yürürken

Zarar verme çiçeğe


Bu dörtlükte kişilerde çevre bilinci oluşturma amaçlanmıştır. Şair şiir yolu ile okuyucusunu çevre konusunda bilinçlendirmeyi amaçlamıştır.

NOT: Fabl da didaktik şiir sayılabilir. Bu türde amaç insanların hatalarını düzeltmek, onlara yol göstermektir. Fabllardaki düşsel unsurlar birer araçtır. Asıl hedeflenen ise ahlaki derstir. İnsan dışındaki varlıklara insana ait özellikler verilerek bu varlıklar öyle hareket ettirilir.

 

PASTORAL ŞİİR (DOĞA ŞİİRİ)

Doğa güzelliklerini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşamını ve bu hayata duyulan özlemi ifade eden şiir türüne pastoral şiir denir.


Örnek(ler)


Gümüş bir dumanla kapandı her yer

Yer ve gök bu akşam yayla dumanı

Sürüler, çeşmeler, sarı çiçekler

Beyaz kar, yeşil çam, yayla dumanı

 

SATİRİK ŞİİR (YERGİ ŞİİRİ)

Toplum hayatındaki aksayan yönlerin, düzensizliklerin, insanların çeşitli konulardaki beceriksizliklerinin ve zayıflıklarının anlatıldığı yergi şiirlerine satirik şiir denir. Bu şiir türü, Halk edebiyatında “taşlama”, Divan edebiyatında “hicviye”, günümüz edebiyatında ise “yergi” adıyla bilinir.


Örnek(ler)

Cüzdanı görseler itin boynunda

“Buyur baş sedire it ağa.” derler

Eğer paran yoksa senin koynunda

“Defol git şuradan kurbağa!” derler


Bu dörtlükte insana değil de paraya önem verilmesi eleştirilmekte, toplumsal bir sorun dile getirilmektedir.”


Kaynak: Dilbilgisi net.

*Dergi park