Ülkemizde Artan Kadına Yönelik Erkek Şiddeti Üzerine Söyleyeceklerim Var.
Son yıllarda, ülkemizde kadına yönelik hem şiddet vakalarındaki artış, aynı zamanda bu artışın hızında görülen artış, toplumumuz için en acil çözüm bekleyen sorunlarından biri olduğunu düşünüyorum. Özellikle son yaşanan korkunç vahşet, bu şiddetin ne kadar tehlikeli bir boyuta ulaştığının göstergesi.
19 yaşında bir erkek psikopat birey, iki genç kadını vahşice katletti ve toplum olarak kadına yönelik erkek şiddetinin boyutlarının ne denli vahşete dönüştüğünü gözler önüne serdi. Yaşanan bu katliam bir çok insan üzerinde derin bir travma yarattı.
O kadar etkilendim ki bu vakadan, hatta son 48 saatte yaşananlardan... öfkeden ve olayın üzerimdeki stresinden dolayı bir damla uyku uyuyamadım.
Çünkü Sevgili dostlar, bu tür olaylar yalnızca bireysel trajediler değildir;
Aynı zamanda toplumsal bir krizdir. Ve ayrıca cinsiyetler arası güç ilişkilerinin nasıl sapkın bir hale gelebildiğinin de açık bir göstergesidir. Her gün neredeyse her dakika, işte, evde, okulda, sokakta, her yerde, kadınların uğradığı psikolojik, fiziksel şiddete, tacize, istismara, katliamlara yönelik içimdekileri, bildiklerimi ve sosyal çıkarımlarımı bilimsel bir dille yazmak istedim.
Öncelikle şuna değinmek istiyorum ki; ülkemizde şiddet vakaları her alanda giderek artıyor. Erkeklerimiz, kadınlarımız, gençlerimiz, ne kadar artış gösteren suç unsuru var ise her birinin içine bulanmış durumdalar. Öyle ki artık hiç kimse güvende değil.
Bu ülkede erkekler kadınlardan daha fazla ölüyor ve hemcinslerinin şiddetine maruz kalıyor. Ancak bir gerçek var ki; erkeklerin erkeklere uyguladığı şiddetle, erkeklerin kadınlara yönelik uyguladığı şiddetinin nedenselliği, kadına yönelik şiddeti daha da çözülmesi gereken bir sorun haline getiriyor.
Bir erkek, bir kadını sevgilisiyken, kocasıyken, kardeşi ya da ağabeyiyken veya babasıyken öldürmeyi kendine hak görüyor. Yetmiyor, platonik duygular besliyorken veya kadınla cinsel birliktelik kurmak istiyor diye, hatta kadın kurban failini hiç tanımıyorken bile bu suçları işleyebiliyor. Hepsine de şahit oluyoruz...
Şiddetin kadını, erkeği, çocuğu, hayvanı, doğası olmaz diyenlere şahsen ve konunun temelinde katılmakla birlikte, kadına karşı, çocuklara ve hayvanlara karşı işlenen suçların neden sonuç ilişkisi açısından daha önemli olduğunu düşünenlerdenim.
Üstelik ülkemizde tablo öyle korkunç noktalara geldi ki; dünya genelinde dikkat çeken rakamlara ulaştığımız için diğer ulusların insan bilimleri akademilerinde araştırma konularında öne çıkan, araştırılan, yine bilimsel açıdan çıkarımlar elde etme ihtiyacı duyulan ülke haline geldik.
UN Women Rights, Human Rights Watch Women, OECD, Amnesty International gibi kuruluşların dikkatini çekmiş durumdayız bu konuda... ki bu kuruluşların ülkemizde çalışmaları giderek yoğunlaşıyor. "Kadına Yönelik Şiddette Türkiye." gibi özel ülke raporlarımız var. Maalesef sayısı da artıyor. Nedenler, sonuçlar, faktörler, unsurlar ve iyileştirici önlemler üzerine bir sürü rapor gördüm. Korkarım ki; her geçen gün daha da fazla olacak...
Sosyal bilimlerin sosyoloji alanında araştırmalar yapan bir çok bilim insanı, şiddet olaylarını araştırıp inceleyerek bu vahşete varan şiddetin arka planında hangi faktörler yattığını açıklamışlar. Kadına yönelik şiddetin üzerine de son yıllarda bir hayli çalışma yapmışlar. Üstelik birlikte yaşadığımız toplum üzerinde de araştırma sayıları epeyce artmış.
Ben şahsen üç kaynak inceledim. Verilere ve yorumlara bakmak istedim. Maalesef ülkemiz 2020 yılından beri dünya üzerinde kadına yönelik "cinayet" konusundaki vaka artışlarıyla, geri kalmış Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkelerinde kadın yarışıyor halde. Kadına yönelik "şiddet" konusunda ise utanç verici bir şekilde ilk sırada yer alıyoruz. Hem de 5 yıldır... Hem de her sene...
OECD verilerine göre dünya üzerinde kadınların % 27'si erkek şiddetine maruz kalıyor. Ülkemizdeki ise bu oran üzülerek söylüyorum ki % 33 ile dünya ortalamasının üzerinde... Üç kadından birinin şiddete maruz kaldığı gerçeğiyle yaşıyoruz yıllardır.
Bu rezilliği, bu insanlık dışı durumu ve kurbanları düşününce rakamları konuşmak incitici, itici ve haksızlık gibi olsa da toplumun yozlaştığı konuları Diamond Tema gibi (haklı) serzenişle değil de bilimsel olarak ifade etmeyi istedim.
Peki bilimsel bilimsel toplumu konuşacaksak eğer, en önemli soruyu sorarak devam edelim;
Toplumumuzda Kadına Yönelik Şiddetin Nedeni Nedir?
Kadına yönelik şiddetin elbette birden fazla nedeni var ve tüm bu nedensel faktörler kültürel, psikolojik, ekonomik ve sosyal düzeylerde ayrı ayrı inceleme konusu olmuş durumda. Genel çerçeveden bakacak olursak, aşağıdaki nedenler ciddi anlamda bu sorunun yaşandığı ülkeler ile ortak nedenlerimiz olduğunu söylemek mümkün. (Pakistan, Yemen, Honduras, Güney Afrika ve Türkiye 2019 ve 2023 OECD raporu.)
Ataerkil Kültür ve Toplumsal Normlar;
Kadına yönelik erkek şiddetinin kökeninde, büyük ölçüde ataerkil kültür ve bu kültürün beslediği toplumsal cinsiyet rolleri (gerçeği yansıtmayan roller) yatıyor.
Tüm gerçekliğiyle görüyoruz ki; erkeklerin güç ve kontrol sahibi olması gerektiğine dair yaygın (aşağılık) inanç, kadınları baskı altına alma ve onlara yönelik şiddeti meşrulaştıran bir olgu halini beraberinde getiriyor. Her geçen gün daha da fazla...
Bu tür hasarlı toplumsal inanışlar, kadınları bağımsız bireyler olarak değil, erkeklerin sahip olduğu varlıklar gibi görünce, erkek denen kompleksif varlığın, kadınlar üzerinde kontrol kurma hakkına sahip olduğuna dair inancı kuvvetleniyor.
Daha doğrusu Ataerkil yapılar ve toplumsal cinsiyet rollerinin katılığı, erkeklerin kadınlar üzerinde bir tahakküm kurma hakkı olduğunu düşünmelerine yol açıyor. Erkek egemen bir toplum, bütün kadınları zayıf, korunmaya muhtaç ya da itaatkar olarak görerek, aslında şiddetin bir araç olarak kullanılmasına zemin hazırlamış oluyor.
Erkeklerin güç ve kontrol arayışı, kadınları tehdit olarak algılamalarına ve sonuçta bu tür vahşi şiddet eylemlerine başvurmalarına neden olabiliyor.
Her üç kadından birinin çevresindeki erkekler tarafından psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kalması sizce de çok korkunç bir şey değil mi? Tanıdığımız her üç kadından biri...
Sosyopsikolojik Bozukluklar (Psikolojik ve Sosyal Nedenler)
Şiddet uygulayan erkeklerin birçoğunda psikolojik sorunlar gözlemlenmektedir. Madde bağımlılığı, öfke kontrol bozukluğu ya da narsistik kişilik bozukluğu gibi rahatsızlıklar, bu kişilerin kadınlara karşı şiddet uygulama olasılığını artıran sorunlar. Ancak bu bireysel faktörleri tek başına ele almak asla yeterli değil; sosyal çevrenin ve özellikle şiddeti teşvik eden ya da göz yuman kültürel ortamların da bu tür şiddet olaylarına zemin hazırladığı ortada.
Zaten araştırmalar da bunu destekliyor. Tüm akademik çalışmalar (Ben aksine rastlamadım) kadına yönelik şiddet uygulayan birçok erkeğin ciddi psikolojik sorunlar ya da kişilik bozuklukları taşıdığını gösteriyor. Fakat bu konuda tek bir gerçeğimiz var ki dostlar, bu durumda yaşanan vakaları ayrı ayrı ve bireysel olarak asla ve asla değerlendirmemeliyiz.
Tam tersine...Özellikle, öfke kontrolü sorunu, narsistik eğilimler ve patolojik kıskançlık gibi bireysel faktörler, bu tür suçların arka planında yer alıyor olsa da; şiddeti yalnızca bireysel sorunlar olarak ele almak çözüm için yeterli olmadı. Olmayacaktır da...
Unutmayın ki; bu durumların arka planında da toplumsal dinamikler ve politik etkenlerin önemli bir rolü var.
Ekonomik Faktörler
Ekonomik baskılar ve işsizlik, kadına yönelik şiddetin artmasında önemli bir rol oynamaktadır. Maddi zorluklar yaşayan erkeklerin, bu baskıyı kadınlar üzerinde şiddetle ifade ettikleri sıkça görülür. Ekonomik istikrarsızlık, ilişkilerdeki güç dengesizliklerini derinleştirip, şiddeti tetikleyen unsurlardan biri olmasına neden olabilir.
Hukuki ve Kurumsal Yetersizlikler
Kadına yönelik şiddetin artışında etkili olan bir diğer faktör de tüm dünyada görüldüğü gibi ülkemizde de hukuki ve kurumsal yetersizlikler olarak kabul edilmekte...
Her ne kadar Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik yasalar mevcut olsa da, bu yasaların uygulanmasında ve caydırıcı olmasında ciddi eksiklikler olduğu aşikar. Yaşadığımız son vakada da maalesef aynı durumu gördük. Ortada suç var, suçu işleyeni şikayet eden bir kurban var, hukuken ve kamusal adalet içerisinde kurbanı hayattayken koruyan bir aksiyon yok... Yani fail erkek, yarım saat arayla iki genç kadını katletmeden önce alması gereken hukuki cezaların hiçbirini almıyor. Ortada dolaşan haberlere göre failin babası ve ablası tarafından ailenin de kendi oğullarını emniyete şikayet ettikleri ifade ediliyor.
Ayrıca hepimiz gördük, biliyoruz ve şahit olduk ki, yaşanan bir çok vakada; cezalandırılmada yaşanan gecikmeler ya da hafifletici sebeplerle cezaların azaltılması, emniyet güçlerinin yetkilerinin kısıtlı olması, kadınları korumasız bırakan unsurların ve yaşanan katliamların nedeni oldu. Bu tür zayıf uygulamalar, toplumsal olarak şiddetin artışına etki eden faktörlerin başında geliyor.
Medyanın Rolü
Not: Sosyal Medya faktörüne "Bir Sosyal Felaket Anatomisi 2" adlı yazımda özel olarak değineceğim.
Sosyolojik çıktılara göre, geleneksel medya unsurları, toplum üzerinde etkili olduğu kadar kadına yönelik şiddetin yaygınlaşması ve normalleşmesinde de önemli bir role sahiptir sevgili dostlar.
Düşünebiliyor musunuz, aslında bunun tam tersi de olabilir. Medya daha eğitici, farkındalık yaratan yayınlarla toplumu bilinçlendirebilir oysa. Ama toplum ne ki medyası da o olsun. Nerede suç, şiddet, kaos var, çekirdeğini kapıp koşan toplum, böyle yayınların iti köpeği oldu tabii ki...
Yani değil farkındalık ve bilinç yaratmak, aksine; medyada yer alan içerikler kadına karşı şiddeti tetikleyen etkiye sahip. Şiddeti romantize eden ya da meşrulaştıran dizi ve filmler, genç erkekler arasında şiddetin kabul edilebilir bir çözüm yolu olarak algılanmasına neden olan şiddet sahneleri ve senaryolar, erkek şiddetini tetikleyen başlıca medya unsurları olarak göze çarpıyor.
Ayrıca, şiddet içeren olayların haberlerde sürekli yer alması, henüz gelişimini tamamlayamamış, iletişim problemi olan, özgüvensiz, narsist, ya da kısaca psikolojik ve sosyal problemler yaşayan erkeklerde, bu tür eylemlerin yaygın ve kaçınılmaz olduğu algısını oluşturuyor. Hatta oluşturmakla kalmayıp, zaten bu düşünceye sahip cahil cühela, aşağılık insanlarda bu düşünceyi güçlendiriyor.
Tüm bu faktörler son yıllarda kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin artışında rol oynayan önemli etkenler olarak görülüyor sevgili dostlar. Ve bu durum kaçınılmaz olarak acil müdahale gerektiren bir kriz haline geldi.
Çünkü bu tür şiddet olaylarına, sadece bireysel suç olarak bakamayız. Toplumsal, psikolojik, kültürel ve hukuksal boyutları olan derin yapısal sorunlardan bahsediyorsak, bu vakalar bireysel suç vakaları olamaz. Kadına yönelik şiddet, bireysel olaylar olarak ele alınamayacak kadar yaygın ve köklü bir sorun halinde şu an. Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın, tanıdığı ya da tanımadığı erkekler tarafından öldürülüyor, fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalıyorsa, o kadınları katleden suça karşı hepimizin sorumlulukları var. Aksi halde sen, ben, onlar, hepimiz suç ortağıyız.
Hele bir de empati duygusunun öneminden bahsediyoruz ya bilmiş bilmiş! Hatta kendimizi empati yapan ama çevremizde sorunlar, çatışmalar yaşadığımız insanları empatiden yoksun diye suçluyoruz ya! Sorarım size sevgili dostlar;
İki gündür o zavallı annenin ağıtlar yaktığı görüntüleri gördük, çığlığını duyduk. Çünkü gözümüzün önüne milyonlarca kere getirdiler her yerde o görüntüleri.
Sorum şu;
Kendinizi o anneciğin yerine koyduğunuzda, siz olsaydınız evladınızın hem de bir metre önünüzde duran "kesik başına" bakıp ne diye haykırırdınız? Çok merak ediyorum yanıtınızı. Çünkü o annenin feryadını kalbinizde acıyla kavrularak hissetmediyseniz, okuduğunuz "Evladınızın kesik başı..." sözleri soluğunuzu kesmediyse, siz empati geliştirme yeteneği olmayan birisiniz. Eğer öyleyseniz, bu yazıyı buraya kadar boşuna okudunuz. Bundan sonrasını okumasanız da olur.
Gelelim kadına yönelik şiddetin sonuçlarına;
Kadına yönelik şiddetin boyutları arttıkça toplumsal olarak derin psikolojik ve sosyal yaralar oluşur. Şiddete maruz kalan kadınlar, çoğu zaman uzun yıllar boyunca bu travmanın etkilerini yaşarken, haberlere şahit olan kadınlar ve farkındalık sahibi erkekler, gençler, çocuklar da travmatik etkiler yaşarlar. Bireysel olarak başlayan ve topluma yayılan depresyon, anksiyete, post-travmatik stres bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar yaygınlaşır.
Ayrıca, yine bu meseleye toplumsal düzeyde bakıldığında, insanların, özellikle de kadınların, toplumsal yaşamda aktif roller almasına engeller yaratır. Birbirine güvenmeyen insanların iç içe yaşadığı topluma, sağlıklı bir toplum denir mi?
Bu tür olaylar, kadınların toplumda kendilerini güvende hissetmelerini ciddi şekilde sarsar. Sokakta, iş yerinde ya da kendi evlerinde dahi güvenlik kaygıları yaşayan kadınlar, toplumsal hayatın dışında kalma eğilimi gösterebilirler. Bu da kadının toplumsal hayata katılımını ve eşitlik mücadelesini zorlaştırır.
Yine kadına yönelik şiddet vakalarının sıklıkla görülmesi, kadınlar arasında bir korku kültürünün oluşmasına neden olur. Kadınlar, her an şiddet kurbanı olma endişesiyle hareket ederken, bu korku kültürü toplumsal eşitsizliklerin de pekişmesine yol açmaz mı?
Tüm bunların önüne geçmek zorundayız. Hatta bunun için çok geç kalındı. Ama bundan sonra bir şeyler yapılacaksa eğer öncelikle eğitim ve bireysel farkındalık geliştirmek şart...
Eğitim seviyemiz diplerde. Oysa toplumsal cinsiyet eşitliği bilincinin, çocukluktan itibaren eğitim sistemine entegre edilmesinin, uzun vadede şiddeti önlemede en etkili yollardan biri olduğu bilinir. Gelişmiş ülkelerde de eğitim sisteminin içeriği böyledir.
Koşulsuz şartsız okullarda erken eğitim dönemlerinden itibaren erkek çocuklarına, kadınlarla eşit oldukları ve onların üzerinde güç sahibi olma haklarının bulunmadığı öğretilmelidir. Aynı şekilde, kız çocuklarına da kendi haklarını savunma bilinci kazandırılmalıdır.
Bununla birlikte kadına yönelik şiddetle mücadele etmek için yasal yaptırımların caydırıcı olması yine koşulsuz olarak şarttır. Dikkatinizi çekiyor mu bilmem, son iki yıldır hakimler neredeyse hafifletici nedenleri reddediyor, kanaatlerini suçludan yana kullanmıyorlar. Fakat bu kez de başka dikkat çeken bir unsur ortaya çıktı; Fail olacak erkek müsveddeleri bu cezalara maruz kalmamak için kadın katliamını gerçekleştirdikten sonra intihar etmeye başladılar.
Yani tek başına yasaların varlığı yeterli değil. Bu yasaların etkin bir şekilde uygulanması, şiddet faillerinin cezasız kalmaması elbette gerekli... ama sonunda kendini öldürme pahasına (ki acılar çekerek gebersin orospu çocukları) bu suçu işleyen cani erkek bireyler için eğitim daha da şart.
Psikolojik Destek ve Rehabilitasyon da oldukça önemli bir değişken faktördür. Şiddet mağdurlarına ve potansiyel fail olan bireylere yönelik psikolojik destek hizmetleri yaygınlaştırılmalıdır. Şiddet uygulayan bireylerin rehabilitasyonu ve bu tür davranışların kökenine inen psikoterapi süreçleri, tekrar eden şiddet vakalarının önlenmesinde etkili olacaktır.
Medyanın sorumluluğu da çok fazladır. Medyanın, şiddeti teşvik eden ya da kadına yönelik şiddeti normalleştiren içerikleri toplumun gözü önüne sermesi asla doğru değil. Kaçınılması gereken bir şey bu. Tam tersine, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlendirme içerikleri düzenlenmeli ve medya organlarında yayınlamaları bu suçun azalmasında önemli etkenlerden biri olacaktır. Hindistan bu konuda örnek ülke olabilir. Yaklaşık 5 yıldır TV yayınlarında ve sosyal medyada yer alan kamu spotu yayınları, özel programlar ve reklam içerikleriyle kadına karşı şiddet konusunu işleyerek ciddi oranda erkek şiddeti, taciz ve istismar alanlarında vakaların azalmasını sağlamışlar.
Sevgili dostlar, ne kadar yazarsam yazayım öfkem dinmeyecek. Kaldı ki son 48 saatte yaşananlara şahit olduğuma göre zaten bu öfkem dinmemeli.
Kadınların güvenle yaşayabildiği bir ülke inşa etmek, toplumsal barış ve adaletin sağlanması adına en büyük sorumluluğumuzdur artık. Bu korkunç olaylar karşısında öfkelenmek kadar insancıl bir şey yok. Ancak böyle bir öfkeyle kadına yönelik şiddetle mücadelede bireyselden toplumsal alana yayılacak şekilde cesur adımlar atılacak belki de... O adımlara çok ihtiyacımız varken hele... Öfkemiz dinmesin...
Umudum var mı?
Belki travma çok taze olduğu içindir... bilemiyorum ama açık konuşmak gerekirse hiç umudum yok.
2015 yılından beri geleneksel medya ve sosyal medyanın etkisiyle bu tablonun buralara geleceğini söyleyen biri olarak, bu toplumun düzeleceğine inanmıyorum.
Okuyan gözlerinize sağlık
Sağlıklı, huzurlu ve umutlu günler herkese.
(Not: Bu yazı kendi blog sayfamdan alınmıştır.)