Kalksam, düşüyorum.

Unutmasam, unutuluyorum.

Kırmasam, kırılıyorum.

Sanki ben yapmadıkça, birileri her daim benim yerime yapacakmış gibi…

Ne olur yani illa yapılmasa?

Ne olur yani her zaman benim yerime yapacak birileri olmasa?

Çünkü bence şimdi herkes gibisin.

İnsanların bencilliği ve kibri içinde boğulup ölmedikten sonra başka nasıl ölebilirim ki ?

Sadece biliyorum, yanılıyorum ve tekrar başa sarıyorum.

Başa sarmasam, kendime sarıyorum.

O da olmadı sarma sarıyorum.

Anneme anlatıyorum.

Fakat bir şey var ki onun yerine bir şey koyamıyorum.

Bir adı var “aldanmak” 

Aldanıyorum. İnandığım her şeye aldanıyorum. Bilhassa artık inanmaya aldanıyorum.

Öyle buruk hissediyorum ki…

En komik tarafıysa herkesin çok güçlüsün sloganları…

Oysa ben içimde her gün güçsüz, sönük biriyle debeleniyorum.

Bir aptal misali ona da yeniliyorum. 

Bana galip gelişinin ve yine bana dönen cezasının bedelini de bu yazılarla ödetmeye çalışıyor.

Niçin bu kadar dalgın oldum ?

Ne beni daldıran, içime ya da birilerinin içine ?

Herkesten çok çabalıyorum. 

En azından gözümün gönlümün gördüğü herkesten daha çok…

Ama gördüğüm zarar da çabamla doğru orantıda.

Beynimle beraber dizlerim, dizlerimle beraber eklemlerim, onlarla beraber de hayallerim ve beklentilerim çürüyor.

“İyi de neden çürümeye, çürütmeye bu denli düşkün bu dünya?” diyorum içimdeki büyümüş küçüğe…

İçimde, içimde, içimde…

Ne bu içimdeki doyumsuz konuşkan?

Öyle konuşkan ki, konuşmak öylesine yetmiyor ki…

Her an her yerde bir kâğıt, kalem veya bir bilgisayar ya da belki bir daktilo…

Sadece yazsın istiyor.

“Beni..” diyor.

“Beni hayvansallaşmaktan kurtaran ancak düşünmek, hissetmek ve görebilmeyi becererek bakmaktır.

Bir de içime içime konuşup yazarak kusmak…

Bana, ‘işte ben’ dedirten olaylar, benliğimle yaşamayı kolaylaştıran olaylar…

Bilmiyorum kimisi için sadece olaylar.

Belki de çok kolaylar.”


24.06.24

Nazlıcan Güngör