Yazar tıpkı Fatih-Harbiye romanında yaptığı gibi yine doğu-batı meselesi üzerinde durmuş ancak bu defa hem biçim hem de içerik olarak farklı bir tarzda. Kendisinden alışık olmadığımız bir biçimde metinlerarası yönteme başvurduğunu görüyoruz. Bu biraz da anlatmak istediği temel sorunla ilintili bir tercih bana göre. Çünkü eserin tamamı doğulu düşünce sisteminin çöküşü ve yerini batılı felsefelerin alışını işliyor. Bu eserde kendisi de esasen batıdan alınma metinlerarasılık yöntemini fazlasıyla sırıtacak bir biçimde kullanmış. Elbette bunu benim düşündüğüm sebepten ötürü mü yapmıştır bilinemez ancak şu var ki Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye eseriyle karşılaştırdığımız zaman konular ve kişi kadroları hemen hemen aynı olsa da (birtakım farklılıklar dışında) biçimsel olarak bu eserin oldukça farklı hatta dönemini geride bırakan bir eser olduğunu söyleyebiliriz.

 

Biraz da eserdeki teknik konulara değinmek isterim ki bunlardan ilki ve en dikkat çekici olanı zannedersem kurgudaki tamamlanmayan parçalardır. Buna iki perspektiften yaklaşabiliriz. Birincisi bunu bir teknik kusur olarak kabul edersek roman yazıcılığının genel kabullerine aykırı bir yargıda bulunmuş olmayız. Bilhassa o dönemin romancılık anlayışına baktığımız zaman klasik serim, düğüm, çözüm romanlarının hala devam ettiğini görürüz. Peki Peyami Safa bu klasiği yıkmak istemiş olamaz mı? İşte bu da ikinci ihtimal... bana sorarsanız yazar kurguda bilerek bu şekilde bir boşluk bırakmıştır. Çünkü özellikle Safa’nın Cingöz Recai’sinden kendisinin ne kadar usta bir kurgucu olduğunu anlayabiliriz. Ancak yazının başında da ifade ettiğim gibi bu eser Peyami Safa’nın diğer eserlerinden birçok bakımdan sıyrılmaktadır.

 

Peyami Safa bu romanında da muhafazakar bir tavır takınıyor. Her ne kadar eserden hareketle batılı düşünce sistemleri ve edebiyatlarına hakimiyetini belli etse de eserde bizzat kendisinin konuşturduğu ve isim vermediği kişi (romanda “yazar” olarak geçer) aslında Peyami Safa’nın edebi gerçeklikteki yansımasıdır. Tarafsız kalmaz, batıyı övmez ve doğudan ayrılmaz. Bu romanda doğu ideolojisi biraz yumuşamış olsa bile batıyı sadece bir manzara olmaktan öteye geçirmez. Kaldı ki romanın birçok yerinde batılı düşünce sistemlerine inceden inceye eleştiriler de vardır. Mesela batılı akımlara kapılıp bireyselciliğe tapan ve en sonunda intihar eden gençler güruhuna birçok yerde değindiğini görüyoruz. Ayrıca yine batılı akımlardan ötürü hayatından zevk alamayan ve farklı arayışlar içerisinde olan kişilerden biri de Vildan’dır. Vildan için romanda meçhul tablolar çizmiştir ve onu hep bir gizem içerisinde bırakmıştır. Çünkü o batıdır ve ona kapılmanın sonuçları belli değildir. Tıpkı batıya yönelmenin sonuçlarını kestiremeyeceğimiz gibi.

 

Toparlamak gerekirse Peyami Safa Bir Tereddüdün Romanı’nda bir tereddüdü neredeyse bütün yönleriyle işlemektedir. Bu tereddüt doğu ve batı arasında tercih yapmanın tereddüdüdür. O dönemin aydınının ve gençlerinin genel bir tablosunu çizmiş ancak tablodaki eksikleri örtük bırakmıştır. Yani tercihinin doğu olduğunu hissettirse de hafif aralık bir kapı bırakmaktadır. Nitekim tereddütte olmak da bunu gerektirir.

                                                                                                                                                                                                                       16 Temmuz 2019