Bir güz günü okuyorum bu şiiri, atıl ve dingin

Caddeyi bir aleladeliğin kapladığı anda öylece durup

"Tüm bu sarhoşluğun sergilendiği yer dünya olsa gerek"

diye düşünüyorum, pek tabii içimden...

Dünya!

Tabanları kirlenmeyen(!) o yüce mahkeme

O kaba ve çirkin taşların yağmurdan ıslandığı

Ağaçların ve elbet insanların kar ile aklandığı dünya


Görüyorum saklanıyorsun bir çatı katında, hoş değil bu

Hiç hoş değil yaprakları görmem buruk ve de sararmış

Bu sahneyi bir yerden hatırlayacağım, fakat unutmam gerek  

Ki bir bilgenin yapacağı en güzel şey unutmak olurdu

Ama nasıl bir ressamın en zarif resmi şu hayattan olur?

Nasıl ki ölüm yaşam ile aynı kefeye konulur?


Yaşanır, ki bu çok fazla senesini almaz insanın

Ölünür ve bu insanın elinden tüm zamanını alır


Aslında bu ikisi büyük bir ustalıkla seyreder birbirini

Yaşlanır bir vakit insan, yine bu vakittir öldüren onu

ve ölünce başkaları tarafından taşınır omuzlarda 

Yaşamak büyük marifettir, omuzda taşınmayı hak eder

Merasim yapılır, çatar saat gözlerini insana

İnsan gömülür hep, gömülürler insanlar doğduğu yere

Gömülürler başka şehirlerde olsalar dahi

Hüzünlü bir öğle sonrası

Bir sefil şarkıyla uğurlanır cenaze

Gitmediği yerleri görür, kapkara bir tiyatro başlar

Günahları yıkanacak olsa gökyüzünün yaşlarıyla

Sığınmak ister felaketten insan, saçaklar altında

Saklanmakla geçer ömrü, öncelikle de kendinden...


Böyle bir sonu olması yaşamın, ne de tuhaf!

Silinip kaybolmanın soğukluğu, ah ne korkunç!