Çalışma masasının başında saatleri devirerek sabah etmişti. Yüzü, paramparça ettiği büste doğru eğilmişti. Masası, kurşuni kasvetin içinde kendi rengini yitirmişti. Kendinde değildi. Elleri soluk, dili ağzının içinde ağırlaşmış ve dudaklarının üst kısmı hafifçe titriyordu. Gözleri, masanın üzerindeki parçalanmış büste kayıp duruyordu. Ondan kurtulmuş muydu? Evet. Artık kendisini hasta eden o hissi parçalamıştı. Kendisini rahatsız edemeyecek ve rahatça uyku uyuyabilecekti. Güldü. Fakat solgun yüzü öyle katılaşmıştı ki, asfaltın üzerine dökülen beton gibi kaskatı ve hissiz idi. 


Uyuyamamıştı. Tüm gece kendisini kasvete ve deliliğe sürüklemeye çalışan o bir çift gözün etkisindeyken, uykunun çoktan kaçıp gittiğini anlamıştı. Hastalıklıydı. Tıpkı vebalı bir vücut gibi sabaha kadar ölümünü beklemişti. Sonunda dermansız parmak uçlarıyla yaptığı büstü un ufak edince, yüreğinden gelen rahatlama hissini mutlulukla karşılamıştı. 


Bedeni öne doğru eğilmiş ve sırtında ufak bir kambur oluşmuştu. Gözleri yanıyordu ve kupkuruydu. Günlerdir yemek yemediğini anımsıyordu. Sandalyesini hafifçe itti ve uyuşmuş olan bacaklarını hareketlendirerek volta atmaya başladı. Odası havasızlıktan sis bulutuna dönmek üzereydi ve midesini bulandırıyordu. Sonra kız kardeşini merak etti ve günlerdir çıkmadığı odasından bir hışımla çıkarak ara holden salona yöneldi. 


Ev, kusursuz bir sükunetle sarmalanmıştı. Eskitilmiş gri renkli halının üzerine ufak bir çalışma masası koymuştu genç kız. Saçları tepesinde gelişigüzel topuz yapılmıştı ve birkaç tutamı gözlerinin önüne düşüyordu. Elinde dolma kalemi vardı ve parmak uçlarında beceriksizce döndürüp duruyordu. Masanın üzerine yığdığı evraklarla ayrı ayrı ilgileniyordu. İnce, soluk parmaklarıyla sayfaları çeviriyor ve gözlerini hızlıca kırpıp duruyordu. Masanın köşesinde ise birkaç kahve bardağı vardı. Ne ile uğraştığını tahmin edebiliyordu ve bu, onun canını sıkmıştı.


Odanın içi turuncu ışık sisiyle kaplanıyordu. Güneş, başını yeni yeni göstermeye başlıyordu. Boğazını temizledi ve genç kız, refleksle başını kaldırıp derin bir nefes alarak önüne düşen saçı kulağının arkasına itti. ''Ağabey, beni korkuttun,'' derken yüzünde şaşkınlık hissi bir anlığına ortaya çıkıp kayboldu. 


''Affedersin.'' adam, kardeşinin yanına yaklaştı ve ağır hareketlerle halının üstüne oturdu. Acı çekmişti ve bütün kemikleri ağrıyordu. Gözleri deliler gibi yanıyordu fakat onun umursadığı tek şey kız kardeşiydi. Bir evin içini gösteren perde gibi, genç kız da yüzüne yansımasından korktuğu o hissiyatı dışarı vurmaktan kaçınıyor gibiydi. Fakat kendisi bunu görebiliyordu: Acı ve kaybetme korkusu. Kendisi oldukça rahattı. Hatta öyle rahattı ki, vurdumduymazlık sınırlarını aştığını bile düşündü. 


''Ağabey.'' 


Genç kız, çalışma masasının üzerinden doğrulup adamın soluk elini kavradığında endişeyle kaşlarını çattı, ''Ellerin buz gibi. Hasta mısın yoksa?'' Kız, parmaklarını hızla adamın ellerine sürttüğünde genç adam hafifçe gülümsedi, ''Hayır, turp gibiyim. Sadece dün uyuyamadım. Merak etme sen,'' dedi genç kızın ılık elini daha da sıkarken. 


Genç kız, elini sıkan ağabeyine ketum bakışlarla bakmayı sürdürürken, aslında dudaklarının arasına veba gibi dağılan o öldürücü hisse kapılmamak için her şeyi yapıyordu. Ağabeyi, babacan bir vasıfla kendisine bakarken kendisini son derece kötü hissetti. Acının en kötü ağrısını çekiyordu ve elinden bir şey gelmemesi onu daha da yıpratıyordu. Özellikle aklı, öyle sancılıydı ki, günlerdir ağabeyinin bir adam öldürmesine mi üzüleceğini yoksa onu idam cezasından kurtaramayacağının taze kederini mi yaşasaydı bilemiyordu. Pes etti. 


''Özür dilerim.'' Kız, kederli gözlerini ağabeyinin perişan olmuş yüzüne bıraktı. Hiç iyi değildi. Dağılmış, bitik bir vaziyetteydi. Zayıflamıştı. Öyle ki, sadece bir hafta önce sapasağlam genç bir adamdı. Hasta olabileceğinden korktu. Gözlerini yumdu ve odaya vuran turunculuğun göz kapaklarının üzerine uzandığını hissetti.


''Elimdekilerin hepsini ortaya döktüm. Hatta daha fazlasını. Yapamadım, ağabey. Kendimi iğrenç hissediyorum.'' 


Kız, elini hızla çekip ağzını kapattı ve boğazından yükselen hıçkırıklarla bir süre ağladı. Gözleri yere bakıyordu. Bir an bile kendisine bakmamıştı. Mahcup hissediyordu belki de. Ağabeyini kurtaramayan bir avukat gibi göründüğünü biliyordu. Adam, elleriyle oynuyordu ve ne diyeceğini bilemiyordu. Boğazından yükselen acımsı su midesini bulandırıyordu, kendisinde değildi ama huzurluydu. Ayağa kalktı. Kalkarken sendeledi ve derin bir nefes aldı. Ciğerlerinden yükselen hırıltılı nefesi ve kardeşinin boğuk ağlama sesi birbirine karışıyor, içinde büyük bir kaos yaratıyordu. 


''Ayağa kalk.'' 


Genç adam, ağlayan kardeşine tepkisizce bakarken, kardeşi burnunu çekip yavaşça ayağa kalktı. Yüzüne bakmıyordu. Yüzü kırmızıydı ve üst dudağı hafifçe titriyordu. Bu onu daha da yaraladı. ''İstemiyorum artık. Ne ağlamanı ne de bana yardım etmeni. Başımın çaresine bakacağım,'' derken sesi titremişti fakat olabildiğince dik durmaya çalıştı. Kardeşi, hayal kırıklığıyla yüzüne bakarken derin bir nefes aldı. Gözleri o ara yorgunluktan ve ağlamanın verdiği durumdan kıpkırmızı olmuştu. 


''Ama bunu yapamam. Ben...'' 


''Hayır, itiraz istemiyorum. Bu sondu,'' derken ellerini kardeşinin omzuna koymuş, dar omuzlarını hafifçe sıkıştırmıştı. Kız, dik omuzlarını pes edercesine düşürdüğünde gözleri öyle güçlü yandı ki, yüreğindeki acının tam tepesine oturdu. Bir şeyler söyleyecek gücü yoktu. Öyle ki, odayı koşarak terk ettiğinde ağabeyinin ilk defa ağladığını duymuştu.


***


Avuçlarının arasındaki kapının kulpunu öyle şiddetli sıkmıştı ki, yandığını birkaç dakika sonra duyumsayabilmişti. Halsizdi, yorgundu ve ağzının içinde ağırlaşan dili dudaklarını zorluyordu. Sanki birkaç günde olağan hızıyla yaşlanmıştı, çökmüştü. Kendini o denli hasta ve bitkin hissediyordu. Haftalardır ne banyo yapıyordu, ne de zift rengine dönmüş elbiselerini değiştiriyordu. Yemek dahi yemiyordu ve iyiden iyiye zayıflamıştı. 


Genç adam, çalışma masasına biraz daha yaklaştığında yorgun göz kapakları birden ardına kadar açılıverdi. Gözlerini birkaç kez kırptı, ovuşturdu ve tekrar masasında kendisine doğru bakan büstle karşılaştı: Gözleri artık daha da korkunç bakıyordu ve ağzı olabildiğince aşağı doğru sarkmıştı. Korkunçtu. Kil rengi olan teni siyaha doğru dönüyordu ve gözleri nefes almakta zorluk çeken biri gibi daha da dışarı fırlamıştı.


Genç adam, ayaklarıyla geri geri adım atarak soğuk duvara yaslandığında gözlerini uzunca süre kapalı tuttu. Bu, zihninin ona oynadığı bir oyun muydu yoksa? Onu parçaladığına adı gibi emindi. Birkaç saniye sonra gözleri doğrudan masasının üstündeki korkunç yüzle karşılaşınca daha da huzursuz oldu. Ama ne yapması gerektiğini biliyordu. Yavaşça adım attı ve sandalyesini çekip işine koyulmaya başladı. 


Genç adam, büstündeki düzenlemeleri bitirdiğinde sandalyesinden kalktı ve zoraki gülümseyerek onu izledi; gözleri daha ehemmiyetli bakıyordu ve kulaklarına varan içten bir gülümseme vardı yüzünde. Şimdi daha da rahatlamıştı. Adam, ellerini havaya kaldırıp esneme hareketleri yaptıktan sonra biraz uyumaya karar verdi. Aslında günlerdir uykusuzdu lakin bu, onun uykusuna etki etmemişti. En büyük etken büstün mutlu ve huzurlu oluşuydu. İçinin rahatladığını hissediyordu. 


***


Yüzünü sisli bir nefes yalayıp duruyordu sanki. Huzursuzlandı ve gözleri aniden açıldı. Oda hafif kararmıştı ve irkilmesinin sebebini kabus görmesine yordu. Gözlerini gevşekçe kapattığında bu sefer hastalıklı bir homurtu işitti. Gözleri keskinlikle açıldı ve oturur pozisyona geçti. Yanıldığını sandı. Belki de rüya görüyordu. Kendini rahatlatmaya çalıştı ve gözleri uyku sersemliğiyle gayriihtiyari kapandı. Birkaç dakika sonra ürkütücü bir inilti sesi işittiğinde korkarak yerinden sıçradı ve bu sefer ayağa kalkarak etrafını inceledi.


Odada hiçbir hareketlilik yoktu. Zihninin bir oyunu olduğunu düşündü, içine derin bir ürperti geldi ve üzerine örtülen soğuğa karşı ellerini vücuduna sardı. Sanki ayazın ortasında kalmıştı. Aniden, karanlığın içinden gözüne çarpan korkunç yüzü gördüğünde bayılacağını sandı. Bu, nasıl olabilirdi? Bunu düzelttiğine adı gibi emindi. Korkarak yaklaştı ve bir saat önce düzelttiği büste dehşetle baktı; gözleri bu sefer kapalıydı, kurşuni yüzünü tamamlayan siyahımsı dudakları acıyla kocaman açılmıştı ve kapalı gözlerinden ince, sisli bir kan tabakası süzülüyordu.