Havayı tozla doldurarak gelen beyaz minibüs, sürgülü yeşil kapının önünde durdu. Öğretmenler birer ikişer doluştu. Pencere kenarı, arka koltuklar ve tekliler… Herkes kendi düzeninde kaybolurken Nadir, en sondaki kör köşeye oturdu. Otomatik kapı kapandı. Evlerin boyası, çocukların sarsıntılı yürüyüşü, gülen suratlar Nadir’in aklında kalan son parçalar oldu. Köy yolundan çıkana kadar bu manzarayı tarar, bir sonraki gün çizilecek resimle aralarındaki yedi farkı bulmaya çalışır, bulamazdı. Çukurlu yollara, taşlı tarlalara dalar giderdi.




Haftanın en içi. Bulanık günlerden biri. Nadir’in bir yanı pencere, bir yanı insan sesi. Dışarıya yakın, içeriye uzak. Karşısında düzlükler ve evlere yakın ağaçlar. Evlerin duvarları ayrılığı göğe anlatır gibi yükselmiş. Evler; ağızları demirli, başları çıplak, yolları toprak. İnsanlar nefes nefese, konuşkan ve gizli.




Minibüs biraz yol gittikten sonra durdu. Biri indi, Nadir’in gözleri fal taşı kesildi. Kış hali, kapanmış siyahla. Botları kışın çamurlu imzasıyla dolu. Küçük bir hikaye kurdu. Eşine kavuşmak üzere. Biraz çocuğunu sevecek. Akşam dizisi ve sigara. Gece sıcak bir yatak. Yatak mesaisini istese de tamamlayamadı. Utanıp pencereyi yarıladı. Bir yanı radyo haberleri, bir yanı dağ, sürü, çoban. Hayvanlar daha uysal insanlardan. Daha habersiz, mutlu. Bu sabah iki ineğin sokağın ortasında bekleyen bakışlarını anımsadı. Bakışlarından çok etkileniyordu onların. Duruşlarındaki kayıtsızlık kendini hatırlatıyordu.




Şoför kaçak mazotun kaç günü kurtaracağını hesaplıyor. Herhalde bu haftayı kurtarır, sonrasına bakacak. Dönünce belki namaz kılar. Kırık Türkçesi, sert bakışları, kırmızı tespihi vardı. Nadir onu severdi. Onu dinlerken bakışlarından süzülüp parmaklarına düşen, sonrasında tespihin imamesinde gezen sabrına odaklanırdı. Sonra dikkati dağılarak yere bakardı. Bazı insanların dağ gibi uzak ve dik olduğunu düşünürdü. Şoför de onlardan biriydi.


Arkadan bir kadının sesi kara bulut gibi yükselip yağdı. Buradan gitmeli, bir de evlenmeli. Doğu görevi üzerine yıllık bir hesap yaptı. Çeyiz, çeyrekler, yarımlar derken hesabı tutmadı. Yolun yarısı da değil. Otuz beşte bitiksin. Bu sağanak yağışlı sözlerine bir yankıyı umarsız bekledi, derdine küskün suspus oturdu.




Bilmediğimiz, görmediğimiz, yaşamadığımız her şey bize ışıltılı görünüyor. Öğretmenlik saygın veya değil. Önceleri harikalar diyarı. Şimdi bir taşra yeri. Korkunç bir yabancı. Ama Eğitim de yaşamak gibi şakaya gelmez diye diye okul turşu dükkanı oldu.


Sonraki durak köy yoluydu. Bir kadın indi. Sürekli şikayet eden kadına göre daha sakin. Çıkarmadığı kulaklıkla iletişime savaş açmış, az konuşan biri. Siyah bir sessizlikte su gibi aktı dışarı. Toprak yoldaki balçığa aldırmadan bata çıka ilerledi.




Minibüs bütün bunlara aldırış etmeden kıvrımlı yolda ilerlemeye devam etti. Arada yavaşladı, yağmurun sesi yükseldi, sonra hızlandı. Kış beklemez. Çarpa çarpa hissettirir sana nerede olduğunu. Doğuyu unutma diye. Kapı açılıp kapandı, minibüs boşalana kadar baktı herkese. En son o indi. Evi de kendi gibi her şeye uzak bir mahalledeydi. Minibüs bankanın önünde durdu. Marketten alacaklarını düşünerek ATM’ye gidip biraz para çekti. Nescafe, ekmek, su aldı; gerisini hatırlayamadı. Bugünü sindirip yenisine hazırlanmak için evine doğru yürüdü.