Her insan bir şarkı gibi rüzgârla melodilerini savurarak hayattan geçip gidiyordu. Lakin kimi neşe ile kimi de keder ile…


Gece yarısı uğursuz zil sesi odada yankılandı, istemsizce telefona uzanan elimi parmağımı ekranda kaydırdıktan sonra kulağıma yasladım.


“Necmi amca ölmüş oğlum, cenazesi yarın öğle vakti.”


Kahkaham kısa sessizliği böldü.


“Git işine,” dedim ve telefonu kulağımdan uzaklaştırmıştım ki Sezer anlayıp kapatmamamı ikaz etti.


“Doğruyu söyleyin oğlum.”


Tereddüt sesimden fazlasıyla taşıyordu ama şüphe kemirgen gibi içime düşmüştü.


“Vallahi ölmüş, cenazesi yarın gelmen lazım.”


Hayır, olamazdı. Sezer bile söylediği sözlerin ciddiyetini idrak edemiyordu. Necmi amca ölemezdi.


Necmi amca ölmüştü…


Telefonu usulca kapattım ve dudaklarımdan dökülen cümlenin ağırlığı evin içinde yayıldı: Necmi amca ölmüş.

 

O gecenin sabahı zihnimde dönüp duruyordu. Cuma namazından çıkmıştım, yakıcı güneşin altında yokuş yolu adeta tırmanıyordum. Uzaktan kulağıma çalınan şarkı sesi Necmi amcaya aitti, istemsizce gülümsedim.


“Gelemem ben, gidemem ben,

Her güzele gönül veremem ben.”


Gülüşüm yüzümde yayılırken Necmi amcanın her güzele nasıl gönül verdiğini düşünüyordum. Bu şarkı senelerdir diline pelesenk olmuştu ve kart sesinden dinleyip durduğum için önemsemiyordum.


“Adem!”


Duraksayarak omzumun üzerinden arkama baktım.


“Sen gençsin, ben senin gibi gidemiyorum, bekle.”


Necmi amca yanıma yaklaştığında konuşmaya devam etti.


“Yaşlanınca sizde böyle olacaksınız gençliğinizin değerini bilin.”


Tebessüm ettim.


“Hepinizi çok seviyorum,” dedi “Ama sen başkasın Adem.”


Adımlarımız yan yana ilerliyordu.


“Siz çok iyisiniz komşu olarak da.” dedi.


Evinin önüne geldiğimizde yolun sonuna bakarak konuştu: “Ben bugün ölsem,” dedi ve kendi evinin önünü eliyle işaret etti “Burası çok kalabalık olur çünkü çok kişi de hakkım var, çok iyilik yaptım.”


“Görüşürüz Necmi amca.”


Tokalaştık ve aynı yolun iki tarafında olan evlerimizin çit kapılarına yöneldik. Necmi amca da diğer komik insanlarda olduğu gibi duygularını ciddiye alamadığım bir neşe vardı ve o neşe tüm melankolisini, kederini, hüznünü şemsiye gibi kapatıyordu.


Geçmiş şimdinin yakasına yapışmıştı. Gündüz geceyi kovaladığında ilk ışıklarıyla yola koyuldum, görevine hazırlanan bir asker edasıyla içten içe kendimi bu son yolculuğa hazırlıyordum.


Evinin önüne kendi elleriyle hazırladığı beton kalıplardan masa yapmıştı Necmi amca ve masanın kenarlarına depreme uğradığı tarihleri ve depremlerin şiddetini kazımıştı. Beton kuruyunca Necmi amcanın ruhunda meydana gelen depremleri yanına sıkça gelen konukları sürekli soruyor ve aldıkları cevaplarla kahkahaya boğuluyorlardı. Çünkü Necmi amca o masaya yediği kazıkların tarihini yazmıştı.


Şimdi o masanın üzerinde beyaz bir çarşafla örtülü Necmi amcanın koca bedeni cansızca uzanıyordu. İşte o an inanmıştım: Necmi amca ölmüştü.


Güneş tüm parlaklığına rağmen toplaşan kalabalığın üstünde soluyordu. Kahkahalarımızın sesi kısılmıştı. Necmi amca artık bir anı olmuştu.


Cenaze töreni süresince akrabalarının alelade biri ölmüş gibi samimiyetsiz tavırları sinirlerime dokundu. İhtiyar annesinin gözyaşları dışında kimse gerçekten ağlamıyordu ve yaşlı kadının içler acısı ağıtları törendeki herkesin kalbine saplanan zehirli oklar gibiydi.


Belki de Necmi amca her zaman söylediği şarkısıyla neşeyle gömülmek isterdi fakat artık o olmadığı için sözsüz, toplu bir anlaşmayla hepimiz neşemizi de onunla gömmüştük.


Göz bentlerim iyi birer sınır muhafızlarıydı. İçimde bir boşluk, ellerim semaya açık, dudaklarımda bir dua ve önümde Necmi amcanın taze ölüsü vardı.


Akşam vakti topallayarak geldi, köyün gençleri ve Necmi amcanın dostları olarak onu anma töreni için toplanmıştık. Hakiki cenaze burada gerçekleşecekti çünkü Necmi amcayı kimse –ailesi bile- bizim kadar iyi tanıyamazdı.


Anılar sırayla havada uçuşmaya başladı fakat ağlamak yoktu, gülmek vardı.


Bir gece Necmi amca özel bir gece düzenlemişti, biz de köyün imamı olan Muhammed Ali Hoca ile iştirak etmiştik. Kendi kendine geceyi Yasin Suresi okuyarak tamamlamak istediğinde hepimiz kabul etmiştik. Fakat ilk ayetinden sonra yalan yanlış okumaya başlayınca derin bir sessizlik titrek dudaklarımızı mühürlemişti. Ve hepimiz sadece dinlemiştik.


Yine toplandığımız bir akşam Necmi amca kuru kuru çay ve bisküvi ikram etmişti. Muhammed Ali Hoca bu duruma sitem ettiğinde Necmi amca evde bir şey yok, demişti. Çocuklarla gizlice evinin üst katına girmiştik ve Necmi amcanın erzak odasındaki zulasını patlatmıştık. Aşağı indiğimizde hocanın gitmek üzere olduğunu görünce çocukça bir ispiyonlamayla Necmi amcayı gammazlamıştık ki hoca birden geri döndü.


“Necmi!”


“Niye bizi kandırıyorsun? Getir bakalım.”


Necmi amca oflaya puflaya erzakları aşağı indirdi, herkese kola ikram etti. Herkes kolasından ilk yudumu alıp kalanından uzak durmuştu çünkü tarihinin geçmiş olduğu asitsiz tadından ve sıcaktan dönüşüm geçirmesinden belliydi. Hepimiz evlerimize gitmek için aynı anda kalkmıştık, kapıdan çıkarken arkamıza baktığımızda Necmi amcanın gayretler içerisinde artık kolaları birleştirip kola şişesinin içine dökmeye çalıştığını görünce gecenin ortasında kahkaha tufanı patlamıştı. Necmi amca incelikle şişeye dökmeye çalıştığı kolayı şişenin deliği hariç her yere döküyordu ama suratındaki o ciddi ifadeyi görmek bize yeterdi.


Yaş fark etmeksizin erkek erkeğe sıra gecelerimizde Necmi amca duayla başlayıp türküyle devam ettiğinde herkesi gülmekten kırar geçirirdi.


Hayata kendine has bir pencereden bakan bu orta yaşlı adamın yanlış anlaşılmak gibi tuhaf bir huyu ve acı bir hayat hikâyesi vardı. Babasının asla gözdesi olamayan bu küçük evlat her zaman çalışmıştı, abileri tarafından sürekli kandırılırdı. Karısı onu terk etmişti ama Necmi amca onu ölene kadar terk etmemişti. Eski eşinin ölüm haberini aldığında teybe acı bir kaset takıp hüngür hüngür ağladığını biliyordum. Bu ölüm acısından sonra Necmi amca sanki her gün Azrail’i beklemişti. İçindeki çocuğu hiç yitirmeden hayatı anlamaya ve yaşamaya çalışan bu adam herkes için bir eğlence malzemesiydi. Genetik bir hastalık gibi yakasına yapışan sevgisizliği kadınlarla gidermeye çalıştığı için defaatle dolandırılsa da kadınlara olan sevgisiyle de nam salmıştı.


Rehberini ne zaman açsak hepsi kadınlardan ibaret isimlerle dolu olurdu hatta bir keresinde onu kadın profiliyle kandırmıştık ki Necmi amca görüntülü arayınca dalavere yüzümüze patlamıştı. Devamında tekrar aramış ve biz onu kandırdığımızı unutup telefona cevap vermiştik. Saçmalayıp kapatmıştık. Bir daha da aramamıştı.


Cenazenin üstünden iki gün geçmişti artık herkes Necmi amcanın intihar ettiğini biliyordu. Doktorunun almazsan ölüm riskin yüksek dediği o ilaçları bilerek almamıştı. Cumadan döndüğümüz sabah aklımda mıh gibi çakılıydı.


“Ben ölürsem burası çok kalabalık olur.”


Koskoca bir köyün matrak amcası Necmi, yaşadığı hayatta umduğunu bulamamış ve kadere vakitsizce planlı bir atlayışla razı gelmişti. Kimse ilk duyduğunda Necmi’nin öldüğüne inanmamıştı çünkü Necmi herkesin hayatında her zaman olagelen komedi tiplemesiyle tuhaf bir neşeydi bu yüzden herkes her zaman Necmi yerinde durur sanıyorlardı. Toplum tarafından ölümsüz addedilen bu şahsına münhasır adam kendi kalbinden hayatı anlamaya, anlatmaya çalışmıştı fakat kendi kurnazlığı ve insanların hilebazlığını göz ardı etmişti. Koca Necmi, orta boy bir mezarlık olunca evinin önündeki yol ıssızlaşmaya başladı, insanlar evinin etrafından geçerken metruk bir hüzün içlerinde yayılırdı. Yine de Necmi’nin hayaletinin evinin etrafında, bahçesinde gezdiğini düşünüyorlardı. Artık insanların aklına bir zamanların komedisi Necmi geliyor ve Karadeniz fıkralarının hammaddesi olan bu ihtiyar adamın komik anılarıyla yüzlerinde bir tebessüm oluşuyordu. Yine de baki kalan tek acı annesinin her gün sayıklayan yaşlı kalbinde yankılanıyordu: oğlu ölmüştü ve yeri hiç dolmayacaktı. Artık rüyalarda görüşüyorlardı.


Bana gelince aynı yokuşu her Cuma sonrasında arşınlıyordum ve dudaklarımda o basmakalıp şarkı dolaşıyordu.


“Gelemem ben, gidemem ben

Her güzele gönül veremem ben,”


Necmi amca da şarkıya eşlik ediyordu ama bir süre sonra silikleşerek yok oluyordu.


“Aç kollarını sar boynuma

Üşüdüm, üşüdüm saramam ben.”