Allah'a,

Peygamber olmasam da diyordum

Allah'ım hicret, evvela hicret, ille hicret.

İnanmazsan bak şecereme,

Ben Süleyman’ın soyundanım,

Pekala duymuyorum,

Yine de dinliyorum karıncayı.

Yusuf olmasam da dipsiz bir kuyudayım,

Nuh olmasam da tufandayım.

Adil değilim

Ama Ömer'i andırmıyor da değilim.

Rab,

Rahman, Rahim.

Cehennemine yürüyorum ama günahımdan emin değilim

Belki, diyorum

Belki de cennet mümkün.

Ben cennet sayılırım,

Çünkü cennet de ben de senin mülkün.

Hem sen günaha girmeyeyim diye

Taşıyamayacağım yük vermemişsin.

-Ama bak altı yaşım trajikomik bir hatıra gibi asılı duvarda-

Seni sevmek kafi biliyorum,

Sen nasıl sevilirsin bunu bilmiyorum.

En sevdiğin yemeği yaparak,

Ellerinden tutarak.

Değil, böyle değil.

-Ama bak, artık Tanrı değil, Allah diyorum!-

Sen nasıl sevilirsin bilmiyorum.

Sen beni nasıl sev biliyor musun?

Sen beni hicr' et.

Nasılsa peygamber olamıyorum.


Kendime

Sana bir şey olursa,

Bana hiçbir şey olmaz.

Beni kırarsan eğer,

Sen kanamış olursun,

Ne çıkar?

Ölürsen, yalnız ölürsün bak.

Beni seven var.

Dik dur demem sana,

Pek hazzettiğim bir insan değilsin,

Ama illa ben direneceğim diyorsan,

Sen bilirsin!

-n'olur diren.-

Ben oynamayı ve kendimi taşlamayı bıraktım.

Ben seni tanıyalı on dokuz yıl oluyor Ağustos 26'da.

Ben seni tanımayı bıraktım.


Ankara'ya,

Tüm yollarınız yürünmüş

Tüm eşikleriniz aşınmış

Sayılmaz.

Sayılmaz bağrından birine aşık olunmuş.

O adam öpülmüş sayılmaz mesela.

kalbimiz artık kırılmayacak kadar ufalandığından mütevellit, bir müsterih,

Hâl arz-ı endam eder olmuş göğüs kafesimizde

Ben buradayım 19 yıldır ama kadınların yaşı sayılmaz.

Beni heyecanlandıran bir dağlarınız kalmış,

-Bir de deniz,

Ama bilmem kırılır mısın?-

Gidiyorum desem, siz,

"Buraların dağı alçak mı geldi?" dersiniz.

Ama bakın yemin ederim

Beni daha büyük uçuruma heves ettiren

Sizin yüksekleriniz.

-Oysa insan düşermiş hep aynı yamaçtan.-

Ha Elmadağ, ha Toroslar.

Neyi eksik bizim Mogan'ın, Boğaz'dan?

Bak sana bir şey diyeyim,

Sorarsan diye "aşk nedir?"

Kızılay-Etlik arası sefer yapan

camı buğulanan

her otobüste kalan bir baş harftir.


Kadınlara,

Birimiz, Mersin'de bir minibüste,

Birimiz kızının "anne, ölme." deyişinde,

Şiirlerde her birini anlatamayacak kadar çok ölüyoruz.

Orta Doğu'dan Türkiye'ye göç ediyoruz,

Ve işte!

Onurumuz artık ücret mukabilinde.

Bunu bir şiir, bir hikaye, bir 3. sayfa haberinde duyuyoruz,

Genelde bir erkek tahakkümünde.

Nasıl anlatılır bilmiyorum,

Bir akşam haber izliyorduk;

Duyduk, üzüldük.

Böyle değil.

Parkta arkadaşlarla oturmuş, sigara içiyorduk.

Afgan kadınların büyülü güzelliğinden bahsediyorduk.

Konu kaderlerine geldi,

İzmariti tükürdük.


Eski sevgililere,

Parmak uçların donup kalırken yüzümde hep, dokunmaya bir saniye kala.

Ve gözlerin severken beni, kalbini pek sakınmadan,

Güzeldi.

Yalancı olsam da,

Kimseye olmadığım kadar gerçektim sana.

Uydurmuyorum bunları.

Beni seviyordun ve arıyordun;

Ne güzeldi!

Gittiğinde küsmezdim çünkü dönüyordun geri.

Belki hatırlamazsın.

Hep benden dinliyorlar bu hikayeyi çünkü sen konuşmazsın,

Değmez belki,

Belki hatırlamazsın.

Ama nasılsın sorsa biri,

Sen derdini marifet sanan bir çocuktun değil mi?

Ailenden mi söz edersin, birine güvendiğinden mi?

Yapar mısın bunu ya da çoktan yaptın mı bilmiyorum.

Son koyuşumda almadığını gördüğümden beri,

Ben sana gönül koymuyorum.

Yalan söyleyemem, sana güvendim ve inandım.

Elbet seninle mutluluğu tattım.

Ama ne zaman gidişinden bahsetmeye kalksam,

Başı önünde tüm yarınlarımın.

Ben dostluğundan bir parça alabilmek için gururumu satmaktan bıktım.