Gözetlemenin hazzı sadece fetiş olarak değil, güç olarak da karşımıza çıkıyor. Baskılamanın en etkili özelliklerinden birisi, şüphesiz ki gözetlemek ya da gözetlendiğini hissettirmektir. Bu durum sadece distopyalarda değil, hayatımızın tam içinde yer alıyor.


Jeremy Bentham, hapishane denen kurumların mimarî yapılarını günümüzde ‘’panoptikon’’ olarak adlandırılan biçimde tasarlamıştı. Nedir bu panoptikon yapı? Panoptikon yapıdaki hapishanelerde tutuklu kişiler her zaman gözetim altındaydı ancak kendilerini gözetleyen kişiyi göremiyorlardı. Bu öyle bir baskı ki aslında gözetleyen birisi olmasa bile suçlu bunu bilemeyecek ve her zaman koşullu hareket edecek. Yani yaptığı şeyleri, kendisi olarak yapmayacak. ‘’Ben’’in silinişi ve itaatkâr hale getirilmesi söz konusu.


Tahmin ediyorum ki bu yazıyı okuyan çoğu kişi panoptikon hücrede yaşamadı fakat aynı baskıyı zaman zaman üzerinde hissediyor. Mimarî olarak ortaya çıkan bir şey, genel bir kontrol mekanizmasına dönüştü.


Dışarıda attığımız pek çok adım güvenlik kameraları tarafından kaydediliyor; telefonlarımızda konuşurken ya da mesajlaşırken ve hatta telefon yanımızda duruyorken yüz yüze bir konuşma yaparken dediklerimiz dinleniyor. Sosyal medyada ‘’gizli’’ paylaştığımız pek çok şey bile aslında depolanıyor. Bu metin bir komplo teorisi değil, bizzat içinde bulunduğumuz dünyanın ta kendisi. Ve katılmayan insanların bile bir şekilde kendilerini bastırarak davranışlarını sergilediğini düşünüyorum. Herhangi bir ihtimalin bulunuyor olması bile, bizleri hazırlıklı hale getiriyor.


Ve baktığımızda, tek tanrılı dinlerde de bunu görüyoruz. Her zaman, her yerde bizi gözetleyen yüce bir varlık tam tepemizde bizi gözetliyor ve biz onu asla göremiyoruz. Ve o bizleri gözetlediği için, inanılan dinin getirilerine uymak zorundayız. Aksi takdirde cezalandırılıyoruz.


Cezalandırma ruhsal, psikolojik, fiziksel ya da toplumsal olarak olabiliyor. Ne şekilde olursa olsun bunu istemeyerek çoğu zaman bir şeyleri içimizden geldiği şekilde yapmıyoruz. Aslında sorulması gereken şey “Biri bizi gözetliyor mu?” değil de, “Eylemlerimizin ne kadarını gerçekten biz istediğimiz için yapıyoruz?” olursa fikrimce “ben’’den uzaklaşmak yerine onu daha iyi kavrayabiliriz. Bir şeyleri yapmak istemediği için yapmamak ve bir şeyleri cezalandırılmamak için yapmamak farklı kavramlar.