Kurbağa ve süt hikayesini bilirsiniz. Daha ilkokul sıralarında belki de öğrendiğimiz ilk kıssadan hisselerdendir, bir hatırlatarak başlayayım.

İki kurbağa nasıl olduysa süt dolu bir küpün içine düşer... Kurbağalar ne kadar çabalarsa çabalasın çıkamaz; çabalar nafile çıkar… Bir türlü küpten atlayamazlar…

Kurbağalardan biri yorulur, bıkar ve dayanamayarak “Buradan kurtuluş yok!” diye kendini bırakır, ümidi tükenir ve sütün içinde boğulur...

Kalan kurbağa ise azmini yitirmeyerek “Direnmeye devam etmeliyim, emek vermeliyim. Belki gelip kurtaran olur.” diye düşünüp sıçrayıp debelenmeye, küpün içinde dönmeye devam eder…

Kalan kurbağa uzun süre uğraşıp didinip durmuş, bakmış kimse gelmiyor; tam azmini, umudunu yitiriyormuş ki içinde dolandığı süt çalkalanmadan dolayı kaymak bağlamaya başlamış.

Direnen kurbağa kaymağın üzerindeki yağ sayesinde, üstte kalıp batmaktan kurtulmuş ve katılaşmanın üzerine çıkarak sıçrayıp dışarı atlayıvermiş.


Biz de kurbağalar gibi süt dolu küpün içine düştüğümüzü fark ettiğimizden bu yana, hep kalan ve kurtulan kurbağayı örnek aldık... Umudunu yitirme, çabala, emek ver ve umutsuzları dinleme... Ama geldiğimiz noktada, kalan kurbağadan farklı iki problemimiz var:

İlki bizim süt kaymak tutmuyor; süte su katmışlar, kaymak tutmuyor... Önce süte su katarak başlamışlar işe... Düşünün namussuzluğu... Bir bereket üzerine yapılan en büyük ahlaksızlıktır... Ne kadar debelenirsen debelen, süt kaymak tutmaz...

İkincisi biz kurbağa gibi kendini bırakanlardan vazgeçmeyi, insanlık kalıbımıza sığdıramıyoruz; o kadar da kurbağa değiliz... Kendini salıverenleri boğulmaya bırakıp kendimiz için mücadele etmeyi doğru bulmuyoruz, haklıyız ve bu kendini salıverenler de bizim omzumuza yük...


Kıssadan hisse; biz süte su katıldığının da farkındayız, umudunu kaybedenlerin

-onurunu satmak da bir umut kaybıdır- üzerimizdeki ağırlığının da farkındayız... Bakmayın çok kızınca "Beter olsunlar!" dediğimize... Kaymak tutmaz sütün içinde bazen umudu yitirsek bile, kimseye yük olmamak adına biçare çabalıyoruz...