Film türü olarak korku türünün başlangıcı, kamerayla aynı dönemdir. Bir filmi korku türünün içine sokmak için seyircinin üzerinde yarattığı etkiye bakarsak korku türünün ilk örneklerinden biri, Auguste ve Louis Lumiere kardeşlerin çektiği ve Paris’te gösterimini yaptığı Trenin Gara Gelişi (Arrival of a Train at La Ciotat) filmidir. Gara gelen trenin, çerçevede diyagonal bir biçimde konumlanan tren izleyicilerin üstüne geliyormuş hissine kapılmasına sebep olmuştur ve korkan seyirciler salonda izdihama sebep olmuştur. Bir filmi korku filmi kategorisine sokmak için göz önüne alacağımız kıstas izleyiciye sunduğu şiddetin görsel tasviriyse Edison’un şirketinin çektiği The Execution of Mary, Queen of Scots filmidir. On üç saniye olan filmde, elinde balta olan adam İskoç kraliçesi Mary’nin kafasını uçurur ve kopan kafayı eline alıp havaya kaldırır ve film biter. Sinema tarihinde birçok tür bir döneme ait kalmış ya da başka türlerle karışarak yok olmuştur. Tür olarak korku; kameranın icadıyla başlamış, süreç boyunca birden fazla alt türe ayrılmıştır ve hala varlığını sürdürmektedir.


Sinemada klasik anlatının oturmasından sonra korku sineması kaynağını; çağlar boyu anlatılan mitlerden, halk hikâyelerinden, destanlardan, romanlardan almıştır. Bu anlatılar doğaüstü öğelere sahip olsa da uzun yıllar önce yaşamış insanların korkularını, kaygılarını içinde barındırır. Kültürlerin yarattığı sözlü, yazılı, mitsel hikâyeler yarattıkları karakterler kendilerine özgüdür. ”…genel anlamıyla korkunun kaynağı; yok edici, acı verici, zarara uğratıcı tehlikelerin yarattığı tehdit. Yaşamın sürmesi, çevrenin denetlenebilmesine bağlı olduğundan tehlikelerin tanınıp tanımlanması, bilinmezlik ile korku arasındaki doğrudan ilişkiyi ortaya koyuyor.” (Abisel, 2016, s. 138). Kültürlerin yarattığı hikâyeler farklı olsa da duyguların kaynağı aynıdır. İnsanın yaşamını devam ettirmesine yönelen tehditlerdir.


Korku türünün önemli ilk örnekleri sessiz sinema döneminde 1920 Almanya’sında verilmiş filmlerdir. Birinci Dünya Savaşı ardından Almanya’nın ekonomik, siyasi olayların karışmasıyla sinema sektörünün Almanya’daki gelişimi sekteye uğramıştır. Birinci Dünya Savaşı'na sadece savaşın sonunda fiili olarak katılan Amerika’da ise bir fabrika gibi işleyen Hollywood, sektörün liderliğini üstlenmeye başlamıştır. 1930’larda Hollywood’da roman uyarlaması korku filmleri çekilmeye başlanır. Tod Browning’in Dracula filmi, Victor Halperin’in Frankenstein’i, James Whale’in Invisible Man filmleri 30’larda Hollywood sineması tarafından üretilen korku sinemasının önemli ilk örneklerindendir. Bu filmlerin ortak noktaları vardır, bu filmlerin anlatısı klasik anlatının yapısını izler. Filmler izleyiciyi rahatsız edecek şiddet tasviri içermez, sansür yasasının olması bunda en önemli etkendir. Kadınlar histerik davranan, tepki veren, duygularıyla hareket edip tuzağa düşen karakterlerdir ve erkekler tarafından kurtarılırlar. Kadınlar bir izi takip edip hikâyeyi devam ettirecek olsa bile asla tek başlarına olmaz, daima yanlarında onu koruyup kollayacak bir erkek karakter vardır. Filmleri korkunç yapan izleyicilere gösterdiği şiddet temsilinde değildir, kötülerin elinde olan doğaüstü mistik güçlere sahip karakterlerdir. “Stüdyo yıllarının korku filmleri, bilinenin ötesine geçme arzusunu genelde tacizkâr ve cezalandırmayı hak eden bir tavır olarak tanımlamaktaydı.” (Sobchack, 2008, s. 363)


Biz (Us, Peele, 2019) filmi yönetmenliğini Jordan Peele'nin yaptığı 2019 yapımı bir Amerikan korku filmidir. Korku filmlerinin başlangıcını sinemanın başlangıcıyla aynı dönem olarak belirtebiliriz ve korku filmleri değişen toplum dinamikleri ve gelişen teknolojiyle daima ilişkili olmuştur ve bu ilişki sayesinde tür hala varlığını korumaktadır.

Filmin konusu; tatil için bir sahil kasabasına giden bir ailenin orada tıpatıp kendilerine benzeyen bir aileyle karşı karşıya kalmalarıdır. Filmin konusu kabaca budur. Filmdeki ikiz metaforu; korkunun kökenleri sözlü kültür ve edebiyata dayanır ve sinemanın ilk dönem örneklerinde de görülür. Korku filmlerinin başlangıçtan günümüze kadar olan süreçte filmlerdeki grafik şiddet artmıştır, korku işlevini seyirciye sunduğu aşırı şiddet sahneleriyle sunulmaya başlanmıştır. Filmde şiddet sahnelerinin olmasına karşın asıl korku öğesi bir ailenin karşısına onlara tıpatıp benzeyen bir aileyle karşı karşıya kalmasıdır. Bunun yanında asıl gerilimi yaratan ise her canlının temel içgüdüsü olan hayatta kalma güdüsüdür.


Yaşamın tehdit altında olması belirsizlik yaratır. Belirsizlik korkutucudur. İnsanlar kendilerini güvende hissetmek isterler. Korku filmlerinde karakterlerin başlarına ne olduğunu tam anlamlandıramadıkları, ürkünç, tekinsiz olaylar gelir, biz de onları izleriz. Filmde öyküsünü izlediğimiz karakterle özdeşleşiriz, olayları çözüp kötü karakteri alt edip kurtulmasını bekleriz. Korku filmleri genelde insanın en temel güdüsü olan hayatta kalma güdüsü üzerine kuruludur, hikâyesini izlediğimiz karakter genelde doğaüstü güçleri olan kötüyle hayatta kalmanın mücadelesini verir. Bu kötü bazen ölümsüz, bazen görünmez, bazen çok güçlüdür ama hikâye bize düşmanın nasıl alt edileceği ile ilgili detayları verir.


Film 1986 yılından bir sekansla açılır. Adelaide'in çocukluğunda yaşadığı bir travmayı gösterir bize önce. Bu sahne izleyici için bir ön bilgi niteliğindedir. Bu travmadan sonra Adelaide'in uzun bir süre konuşma zorluğu yaşadığını ve bunun üstesinden gelebilmesi için dansa yönlendirilmiştir. Daha sonraki sekans ailenin tatil yapmak için eve ulaşmalarıyla başlar. Bundan sonra yaşanan bazı olaylar Adelaide'i rahatsız edip tedirgin eder. Bunlardan en dikkat çekeni plaja gittiğinde oğlu Jason'ın plajda kısa bir süre kaybolduğu sahne: Jason'nun tişörtünde bulunan görselde Jaws (Spielberg, 1975) filminin afişi vardır. Jaws filmi, incelemeye başlamak için önemli bir çıkış noktası sunuyor. Politik kamerada Michael Ryan ve Douglas Kellner Jaws filmi hakkında: "...Steven Spielberg’in yönettiği Jaws da (1975) geleneksel kurum ve değerlerdeki gevşeme ve geleneksel otoritelerin başarısızlığı sonucunda içsel olarak zayıflamış bir toplumu resmeder. Toplumu çökerten ve bütünlüğünü tehlikeye atan bu hayati zayıflıklar, tamamen dışardan geliyormuş gibi görünen bir belaya yansıtılır." (Ryan & Kellner, 2016, p. 98). 1975 yapımı Jaws filminde bozulan toplum ve aile yapısına karşın uyarı olarak denizden gelen tehlikeye karşın Us filminde herkese kendinin kopyası saldırır. Us filminde topluma değil bireye saldırı vardır.


Filmde Adelaide'in yaşadığı sıkıntıyı Freud'un "Unheimlich" kavramıyla açıklayabiliriz. Freud'un kullandığı bu kavramı şöyle açıklayabiliriz, "Freud korku ve kaygı kavramlarını açıklarken Unheimlich adlı bir kavramla bağlantı kurar. Bununla korkunun nereden kaynaklandığı üzerine bazı saptamalarda bulunur: Das Unheimlich (The Uncanny, Tekinsiz) adlı makalesinde korkunun kaynağını eve ait olmayan, yabani ve tekinsiz olan olarak görmektedir." (Çağlayan, 2020). Filmin sonunda açıklanan bir bilgiyle beraber Adelaide'nin oraya ait olmadığını öğreniriz. Adelaide'nin oraya dönüşü bastırılmış olanın geri dönüşüdür, oraya gitmesiyle beraber açığa çıkma korkuları da geri çıkmıştır.


Filmin kurgusunda geçmişle ilgili bağlantılar hem anlatısal olarak hem de görüntü kurgusunda seyirciye aktarılmıştır. Filmin bir sahnesinde Adelaide tatil için gittikleri evin bir odasına girer ve odada aynaya bakar ve çocukluğunun yansımasına bakar. Ayna metaforu korku filmlerinde sıkça kullanılan bir metafordur. Cumhur Okay Özgör'ün SineFilozofi dergisinde yazdığı "Batıl İnançların Korku Sinemasındaki Yansımaları" başlıklı yazısında da belirttiği gibi "Aynanın ruhu hapsettiği aynayla ile ilgili bir inanışken, Antik Yunan ve Roma dışında yerli kabilelerin birçoğunda aynaya bakan insanın ruhunun aynaya geçtiği inancı yaygındır. Bu sebepten, aynanın zedelenmesi ruhun zedelenmesi manasına gelir. Ayna, ruhun zapt edildiği, yakalandığı bir nesne olarak da karşımıza çıkar." (Özgör, 2020, s. 510).


Filmin kırılma noktası: sahilden döndükleri akşam dışarıdan duydukları ses sonucu dışarı baktıklarında karşılarında kırmızı tulumlar içinde tıpatıp kendilerine benzeyen bir aile vardır. Ne olduğunu çözmeye çalışırlar fakat karşılarındaki aile konuşmuyordur. Bu durumu gene Freud'un tekinsiz (Unheimlich) kavramına başvurarak açıklayabiliriz. Brigid Cherry korku türünü kapsamlı bir şekilde ele aldığı kitabında Freud'un tekinsizlik kavramını açıklamak için kullandığı bir anıyı aktarır. "Freud bir gün trenle yolculuk ederken güçlü bir sarsıntının yaşanmasıyla kapı açılınca birinin onun kompartımanına yanlışlıkla girdiğini düşünüp onu uyarmak için ayağa kalktığında Freud gördüğünün aynadaki kendi yansıması olduğunu fark eder." (Freud'dan aktaran Cherry, 2014, s. 107)


Aile bir tehlikenin olduğunu fark eder, sonra onu çözmeye çalışırlar, saldırıya uğrarlar ve onlara saldıranların kendilerine benzediğini fark ederler. Brigid Cherry, Freud'dan aktardığı hikâyeden sonra Freud'un tekinsizlik (Unheimlich) kavramıyla ilgili "Bu an, bir şoku ve gerçeğin anlaşılması üzerine bir kaygı duygusunu içerir. Tekinsiz olan sinir bozucudur. Bu tanıdık bir şeyin bilinçli akla geri döndüğü fakat tanınmadığı zaman yaşanan bir heyecandır." (Cherry, 2014, s. 107). Filmde de temel gerilim tıpkı birbirlerine benzemeleridir. Bunun yarattığı tekinsizlik saldırıya uğramanın yarattığı tedirginlikten daha fazladır.


Aile kendilerinin kopyasından kurtulduktan sonra yardım istemek için arkadaşların evine gidiyorlar ve onların da başına aynı şeyin geldiğini görüyorlar. Onlar da kendi kopyaları tarafından öldürülmüştür. Televizyonu açtıklarında ise tüm Amerika'nın kendi benzerleri tarafından saldırı altında olduğunu görüyorlar. Bu saldırıyı anlamlandırmak için filmin başındaki sekansa geri dönmemiz lazım.

Filmin başında televizyonda "Hands Across the America" (El Ele Amerika) ile ilgili bir tanıtım reklamını görürüz. Hands Across the America, 1986 yılında Amerika'da yoksulluğa karşı yapılan bir eylemdir. Amerika'nın bir ucundan diğerine el ele tutuşularak Amerika'daki yoksulluğa dikkat çekmek amaçlanmıştır. Fakat Amerika'nın coğrafi şekillerinden dolayı el ele tutuşularak oluşturulması planlanan zincir oluşturulamamıştır. Reklamda gördüğümüz logo ve tasarım Adelaide'nin kaybolduğunda üstünde olan tişörtte de vardır. Filmin sonlarına doğru görürüz ki tıpkı dünyadaki insanlara benzeyenler aynı 1986 yılında planlanan "El Ele Amerika" projesindeki gibi Amerika'nın etrafına bir insan zinciri oluştururlar.


Amerika'da yoksullukla mücadele için planlana El Ele Amerika projesi amacına ulaşamamıştır. Filmde ise yeryüzünde yaşayan insanların aynısı yeraltında yaşamaktadır. Filmde birkaç sahne El Ele Amerika projesiyle ilişkilendirilerek ele alınırsa yoksulluğun nasıl var olduğu ve devam edebildiği ile ilgili olarak okunabilir. Filmde Gabe'in benzeri Gabe'in gözlüğünü alır ve gözüne takar çünkü tıpkı Gabe gibi onun da gözü bozuktur fakat onun gözlüğü ve gözlüğe erişim şansı yoktur. Wilson ailesinin arkadaşları olan Josh ve Kitty'nin evinde geçen bir sahnede de bu okumayı destekleyecek sahneler vardır. Josh'un benzeri Josh'un ropdöşambırını giyer, aynı şekilde Kitty'nin benzeri de Kitty'nin elbiselerini ve makyaj malzemelerini kullanır. Bu sahnelerden ve 1986'da uygulanan El Ele Amerika projesinin başarısızlığı ile anlaşılabileceği gibi klon bile olsalar insanlar eşit değildir. Aynı yaşam standartlarına erişmezler. Us filmi korku filmlerinde grafik şiddetin giderek arttığı bir dönemde çekilmiş iyi bir korku filmidir.

 

KAYNAKÇA:

Abisel, N. (2016). In K. Sineması, Popüler Sinema ve Film Türleri (p. 138). Ankara: De Ki.

Aytekin, M. (2013, July 5). Korku Sinemasında Türler. Atatürk İletişim Dergisi Sayı 5 / Temmuz 2013, pp. 63-83.

Cherry, B. (2014). Korku (M. Zorlukol). İstanbul: Kolektif.

Çağlayan, E. A. (2020, JUNE). Korku Sinemasının Cazibesi Üzerine Felsefi ve Psikolojik İnceleme. SineFilozofi , pp. 540-550.

Özgör, C. O. (2020, June). Batıl İnançların Korku Sinemasındaki Yansımaları. SineFilozofi , pp. 504-520.

Ryan, M., & Kellner, D. (2016). Politik Kamera (Çev. E. Özsayar).  İstanbul: Ayrıntı.

Sobchack, V. (2008). Fantastik Film. In G. Nowell-Smith, Dünya Sinema Tarihi (Çev.A.Fethi), (pp. 362-371). İstanbul: Kabalcı Yayınevi.