Yaklaşık altı sene önceydi. Çok sevdiğim bir arkadaş grubuyla havuza gidecektik. Uşak'ta malum deniz yüzü göremeyen biz gibi garibanlar, su kaydıraklı yüzme havuzlarına tabii oluyoruz. Neyse hazırlıklar yapıldı, biz Kütahya Ilıca Kaplıcaları'na gittik. Havuzda çok eğleniyoruz işte. Ben de mutluyum tabii munzurluklar falan yapıyorum. Milleti suda boğmaya çalışıyorum, havuzun kenarındaki arkadaşları havuza ittiriyorum, havuzda yüzlerine su çarptırıyorum, havuz kenarında benden kaçarken ayağı kayıp düşen bile var. Aşırı keyif alıyorum yaptıklarımdan hatta boyu suya yetmeyen bir arkadaşıma gününü bayağı zehir ettim yani. Neyse akşamüstü havuzdan çıktık, hazırlandık, geri döneceğiz Uşak'a. Yaklaşık bir 45 km'lik uzaklık var Ilıca ile Uşak arasında. Minibüse bindik, tam hareket edeceğiz, benim çişim geldi. Durun dedim, ben hemen geliyorum. Yan tarafta küçük bir dağ var. Yamacındaki ağaçlara doğru küçük bir tırmanış yaptıktan sonra gerekli ihtiyacı icra ettim ve hemen geri döndüm. Baktım ki minibüs kalkmış gidiyor. Arkalarından yavaş yavaş artan unutulup gidilme telaşıyla el sallıyorum, ıslık çalıyorum, hey mey diye bağırıyorum ama nafile. Bunlar gidiyor. İçimden de az sonra içlerinden birinin beni fark edip geri geleceklerine dair küçük bir umut besliyorum. Bekliyorum. Bekliyorum. Dakikalar geçtikçe, güneş ufuk çizgisine usul usul yaklaştıkça benim telaşım artıyor. Bakınıyorum telefon yok. Telefon çantada. Çanta nerede? Minübüste. Minibüs nerede? Gidiyor. Etrafta bir insan evladı arıyorum ki telefonunu kullanayım. Ama bir tane numara yok ezberimde, nasıl arayayım? Kendi telefonumu arasam çantanın en dibinde duyamazlar diye onu da aramıyorum artık. 15 dakika geçiyor gelen giden yok. Yeniden bakınıyorum etrafa Uşak'a giden birileri varsa atlayayım arabasına götürsün beni ama yok yani yine yok. Sonra telâşım benim aklımın önüne geçiyor ve ben Uşak'a yürüyerek giderim diyorum, ayağımdaki parmak arası terliklerle yola çıkıyorum. Şimdiki aklımla yürüyerek varacak olduğuma nasıl inandım şaşıyorum doğrusu. O zamana kadar da otostop tecrübem yok ki otostop çekeyim. Hem kim alır altında şort ayağında parmak arası terlikle paytak paytak yürüyen birisini. O terlikle 2 km yürüdüm yaklaşık. Bir köpek kovalayacaktı ana yolun ortasında ama şükür ki bağlıymış. Terlik öylesine acıttı ki ayağımı çıkardım terlikleri. Yalın ayak yürüyorum artık. Bir süre sonra öyle de acıdı. Yürüyecek dermanım kalmadı. Sağolsun bir araba durdu, 20 dakka sonra aldı arabasına. Yaklaşık 5 km de araçla gittim. Ama ben nasıl kuruluyorum arkadaşlarıma nasıl unutursunuz beni diye. Varırsam eğer diyorum hepsiyle başıma bir şey gelmiş gibi oyun oynayacağım diyorum kendi kendime. Sinirden de kuduruyorum tüm bunlar olurken. Bir insan evladı bile fark etmez mi diyorum. Araç başka yöne gidecekmiş indiriyorlar beni yol ayrımında. Araçtan iniyorum yine paytak paytak yürümeye devam ederken işte bir 45 dakika sonra yanımdan içinde arkadaşlarımın da olduğu bir araç karşı istikametten geliyorlar ve bana 'dur dur' diye el sallıyorlar. 3. günün şafağında Gandalf'ı görmüş gibi seviniyorum. Neyse alıyorlar beni götürüyorlar canım memleketime ama nasıl gır gır şamata dalga geçiyorlar. Yürüyerek varmak isteyişime ayrı kahkahalar patlatıyorlar..


Benim olmadığım minibüs Uşak'a varır ve park ettiği yerde bütün arkadaşlarım araçtan iner ve sonra bir arkadaşım çantamın araçtan alınmadığını fark eder: "Nezir, alsana olum şu çantanı ya hep ben mi taşıyacağım?" nidalarını bana da anlattıklarında ben de katıla katıla gülmüştüm. Okulda da duyuldu, sonra 1 hafta güldüler bana. Bayan bir felsefe hocası vardı, o bile derste kahkaha atarak gülmüştü parmak arası terlikle o çaresiz paytak yürüyüşüme.