Ben bir alfabenin hayatıyım. Kendimi tanıtayım.

Sıradan bir hayatın meşgul insanlarından biriyim

Hiçlikle meşgulüm.

Var olan şeyler tatmin etmedi, evet. Bu yüzden hiçliğin içerisinde kendime daha çok zaman ayırıyorum. Hafta içi ofisteyim. Hafta sonu dört duvar evde hapisteyim. Yani ben de bir mahkumum.

Ama işin aslı bu hapsi yaşamak için suç da işlemedim. Sadece kendi hayatıma karşı nefsi müdafaa yapmış olabilirim. Ne yapayım?

Bana karşı bir ayrı. Sevgi konusunda hayatla platoniğim ama nefret konusunda hikayeler yazılacak bir birlikteliğimiz var.

Yazmaya yeni başlamadım. Dışlanmaya da. Suçlanmaya da.

Sadece hiçliğin içinde de zaman ayıracak yer kalmayınca kendimi size anlatayım dedim.

Benzeriz. Ya da aykırıyız. Fark etmez.

Hepimiz beklentinin everestinde biraz yatıya kalmışızdır. Sunulanların tatmin ediciliğinin düşük olması da bizim suçumuz mu? Sanmıyorum.

Karşımızdaki yaşanan durumlara, kişilere karşı yönelttiğimiz davranışların bize getirisi bazen sıfıra sıfır oluyor. Sıfıra sıfır olmak kötünün iyisi. Ben çok karamsar bir insan olmadığım için eksiye inemedim. Zaten sıfır da etkisiz eleman.

AMA,

Bu sıfır getiri, hayatının merkezindeyse seni de sıfırlar; biliyorsun. O yüzden hayatının bir noktasında beklentileri de sorunların ufak bir parçasıymış gibi düşünebilmek gerekiyor.

Zaten sorunsuzsan orada da bir sorun vardır.

Yapılması gereken ise bence kendinden çok fazla ödün vermemek ile ilişkili. Beklentilere ayak uydurmak fedakarlık isteyen bir durum ve bu durumu lehine çevirmek ise bencillik ister.

Bencil ol ama hepçil olma, fedakar ol ama vefakar olma, sadık ol ama razı olma. Bunlar arasındaki ince çizgiyi bulmak içinse formül bence:

Özgürsen aşık olma, anlayışlıysan empati kurma, bencilsen kinci olma. Neden mi?


BÖLÜM B bunları size söyleyecek.