Uzun süreli şehir hayatından sonra yaşlılığın getireceği acizliği ve muhtaçlığı beklemeden, kırklı yaşlarımda ufak bir birikim eşliğinde şehir hayatının samimiyetsizliğinden biraz olsun uzakta bir yaşama hızlı bir geçiş yapmıştım. Çoğu insanın aksine bir hayâle bağlı yaşamak yerine daha basit, daha içe dönük bir şekilde hayatımı tamamlama uğraşım burada son bulacaktı anladığım kadarıyla.


Yaşadığım yerdeki insanlar doğuşumuzdan itibaren bizimle beraber olan adaletsizliği sonuna kadar bana hissettirebilen insanlardı. Her birinin en derininde sakladığı, her gece kendini mutlu etmek için kurduğu hayâller bir piyango biletine bel bağlamak gibi, bir şekilde içerisinde bulundukları sefaletten kendilerini kurtaracak bir mucizeye bağlıydı. Her biri yıllar sonra kurdukları hayâller ile hiçbir iz bırakamadan toprağın altında çürümeye mahkum olacaklar. Bunun onların suçu olmaması bir Tanrı kavramına inanmak için içimde sonsuz bir isteğe sebep oluyordu. Belki biraz çaresiz bir düşünce, belki de bu insanları daha yakından inceleyebilmek bende böyle bir istek oluşmasına sebep oluyordu. Kendi tercihlerine bağlı olmayan bu yaşamı onlar seçmemişti ve böyle bir tercih hakları olsa eminim hiç ama hiçbiri asla bu hayatı seçmeyeceklerdi. Sonsuzluk kavramını idrak edebilmenin yanına bile yaklaşamayan aklımızda böyle uçuk bir düşünce sadece küçük bir umuda bağlı olmaktan geçebilirdi ki sanırım ben de buna kendimi adamaktan geri adım atamıyorum. Sonsuz bir gücün, belki basit belki acı dolu bir ölüm sayesinde bizi yanına alacak olması, bilmek yerine inanmayı seçtiğim en büyük teselli kaynağımdı.

 

Biraz farklı giyim tarzım ve etrafımdaki insanlar gibi olmamam, onların gözlerinden bile anlayabildiğim başlangıçta küçük bir yadırganma sonrasında ise iyi bir konuşmacıdan daha çok iyi bir dinleyici olma özelliğim ile kolayca onlarla yakınlık kurabilmemi sağlıyordu. Kalbimin en derininde bile zerre yaşama isteği kalmamışken gün boyu etrafımdaki insanlar ile günlük konuşmalar yaparak yeni kimliğime alışmaya çalışıyordum. Hazırlıksız yakalandığım anlarda kendi düşüncelerimden dışa vurduğum ufak bir kesit bile boş bakışlar ile beni süzerek anlam verememelerine sebep oluyordu. Onlara içinden çıkamadığım sonsuz sorgulamalarımı, bu durumdan hoşnut olduğum ürpertici depresif ruh halimi onlarla paylaşabilir miydim? Tabii ki hayır, paylaşma ihtiyacım da yoktu, paylaşsam ne olabilirdi ki?

 

Buraya gelmeye karar verirken beni cezbeden en büyük şey tüm kitaplarımı yanıma alarak her birini okuduğum zamanı tekrar anımsamak, hepsini zihnimde tazeleyebilecek olmaktı. Tekrar tekrar okuyup beni kendimden geçiren onlarca kitap, altını çizdiğim binlerce cümle. Yıllar önce bu cümlelerin altını çizerken, beni kendisine hayran bırakan bu kitapları okuduğum zaman acaba neler hissederek bu cümlelerin altını çizmiştim. Kendimle bütünleştirdiğim ve düşüncelerimin oluşmasında sonsuz katkısı olan sayısız kitap ardımda bırakacağım en güzel kısım olacaktı. Geldiğim günden itibaren kitaplarım ve insanların üzerine yoğunlaşmış olsam da asıl amacıma odaklanma isteğim daha da derinden dürtmeye başlamıştı. Ölümümün isteğimin dışında gerçekleşmesi istediğim son şey olurdu, bu yüzden bu diğer hayata geçiş kapısını kendim istediğim gibi, en ufak detayına kadar kurgulayarak daha cezbedici hâle getirebilmiştim. İntihar etmek bir insanın sahip olduğu en büyük özel güç ve ben de bu gücü etkin hale getirecek kadar cesarete sahiptim. Ölüm olayının basitliğine rağmen üzerinde bu kadar düşünmem ölüm sonrasının bilinmezliği ile alakalı olmalı. Yaşayan her insandan daha önce oraya giderek belki sonsuzluğa belki hiçliğe erişmek çekici gelmesi için yeterliydi. Bu düşüncelerin bitişine erişmek ile arama birkaç gün daha koyarak yapayalnız bir şekilde uykuya dalabilmiştim.