Her şey olduğu gibi öylece bırakılmışken, kesinlikle buruk bir görüntü vardı karşısında. Neyse ki, sebebi öyle değildi, teselli aramak gerekirse şayet. Öte yandan insana sunulmuş, değerlendirilmesi gereken bir fırsat boşluğu gibi önünde duruyordu bu manzaranın. Burada vakit geçirmeliydi sanki, cebinden telefonunu çıkarıp o anı bir kare ile ölümsüzleştirmek istese, sihirli değnek elini çekecek, geriye mümkün değil bu yoğun duygular kalmayacaktı. Yapılacak en doğal şey ne artırmak ne de eksiltmek, yapılması gerekeni yapıp kendi yoluna gitmekti sadece. O anı tüm yoğunluğu ile hissederek ölümsüzleştirme becerisini kendi duyularına emanet etmişti.


Aslında hayata karşı genel tavrı biraz da böyle bir şeydi. Yapılması gerekeni yapıp, sonra yoluna devam etmek. Bir şeyler eksik kalmıyor muydu içinde? Evet, kendi kazanımlarını yanına almıyor, ait oldukları yerde bırakıyordu. O eksik kalan şey, yoluna devam etmesini gerektiren enerjiyi sağlıyordu. Peki nereye kadar gidecekti bu böyle, ulaşmak istediği sarih bir hedef mi vardı yoksa kendi hezeyanları mı çağırıyordu onu yalnızca. İçindeki eksiklik hissiyatını tamamlamak için hiç durmaması gerektiğine inanmıştı bir defa. Ait olursa kendine dair her şeyini kaybedecekti sanki, o hiç durmuyordu bu yüzden. Oysa henüz fark edememişti ki bu gidişatın, içinde eksiklik olarak hissettiği duyguyu tatmin edip azaltmak yerine, çekiştirerek büyüttüğünü.