"Laden" sunar...



Bölüm şarkısı: Ayça Özefe - Zaman Alır



1. Kısım/ 1. Bölüm



Genç adam parmaklarının arasında duran küçük ama hayatını azaltan zehri dudaklarının arasına götürdü, içine derin bir nefes çalarken kor zehrin ciğerlerine ulaştığını hissedebiliyordu. Zehrin puslu dumanını dışarı üflemek yerine bir süre ağızının içinde bekletip kendine eziyet etti.

"Keşke şu anda bir yıldız misali kaysam bu dünyadan, yok olsam." diye geçirdi içinden. Gözünden bir damla yaş firar etti çenesine doğru. Elleri ile çenesine akan yaşı sildi. Bir daha aktı fakat bu sefer silmedi, yerine yenisi geleceğini bildiğinden silmedi...

"Keşke yanında olabilseydim." O olsaydı sıkı sıkı sarılır, dünyanın en güzel kokan çiçeğini bile kıskandıracak kokusunu içine çekerdi. O olsaydı izin verir miydi sol yanının boş kalmasına? Canının onu bırakmasına?

Ağızındaki zehri dışarı üfledi, dumanı bırakma bahanesiyle derin bir "Of!" çekti dünyaya, hayatına, sol yanındaki zor sınava...


Aval aval yürüyordu bomboş ve insanı düşünceleri ile tek başına bırakıp kavga ettirecek derecede sessiz sokaklarında Batum'un. Burası onun yaşayamadığı çocukluğu, tadını alamadığı gençliğiydi. Mutlu olmak, üzgün olmak, acı çekmek, özlemek ne demek burada öğrenmişti.

Üzgün olsun, mutlu olsun, içi içine sığmasın; ağlasın, gülsün, heyecanlansın... Her anı burada, bu caddelerde geçmişti. Şimdi ise gece gördüğün onca güzel rüyadan sabah kalktığında aklında kalan tek hatıranın seni rahatsız eden bir kabus olması misali burası da onun kabusu olmuştu.

Onlarca ilkleri, güzel duyguları unutturan bir kabus. Burada yaşamıştı onunla her anısını. Bu sokaklarda geçmişti günleri.

O canından bile önemsediği elaları burada ebediyen kaybetmişti, dokunmaya kıyamadığı pamuktan farksız kumral saçları bu şehirde bir daha hiç dokunamamak üzere defnetmişti, emanet etmişti kara, acımasız toprağa.

Genç, çiseleyen yağmurdan dolayı metal gözlüğüne vuran küçük damlacıkları önemsemeden ilerliyordu boş, karanlık sokakta. Parmaklarının arasındaki sonuna gelmiş kor zehri parmaklarından bırakıp yere düşmesini sağladı, ayak ucuyla ıslak zemine düşmüş zehre ayak ucu ile basıp ateşini söndürdü. Yeni ve temiz bir nefes çekti içine.

"Yine." dedi daldığı düşüncelerini dile getirdi.

"Yine alıyorum nefes ama onsuz boğuluyorum sanki."

Bıkkındı sesi, sesinden bıkkınlığın kokusu duyuluyordu. Derin bir iç çekti içine, ruhundaki yangınları aldığı nefeslerle söndürmek istercesine üst üste nefes alıp verdi.

Sanki hayat ona karşı bir savaş açmış ve kendi tarafında sadece o ve acıları varmış gibi hissediyordu.

Tekrar derin bir nefes aldı.

Bir tane daha,

Ve bir tane daha...

Sanki alacağı sayılı kalan nefesini bir an önce tüketmek istermiş gibi.

Gibi değil onu istiyordu ve bu yüzden bir an önce kalan nefesini tüketmeye çalışıyordu. Onu, ölmeyi ve ona bir an önce kavuşmayı istiyordu çünkü onsuz bu hayattan hiçbir tat almıyordu. Onu özlüyordu, onunla olan anılarını geri istiyordu.

Genç adamın bir film şeridi gibi geçti gözünün önünden mazi.

Bütün anıları sadece tek bir odada, bahçede geçmişti. O gelene kadar başına buyruk, tek başına, kimsenin karışmadığı bir hayatı yaşarken onunla bir odaya sığınmış, bütün güzel anılarını oraya sığdırmıştı.

Derin bir nefes çekti içine, boğazı hayali bir el tarafından sıkılıyormuş gibi hissetti. Artık kendini iyice belli etmeye başlayan yağmura aldanmadan yürümeye devam etti sokakta.

O an bir şimşek çaktı gökyüzünde fakat bir kalbe her saniye çakıyordu yeryüzünde.


Sıklaşan yağmurdan dolayı oluşan çamura aldanmadan spor ayakkabıları ile mezarlığa girdi ve o an iki damla yaş düştü gözlerinden. Biliyordu bir gün buraya geleceğini, onu buradan hissetmeye çalışacağını.

Ayakkabıları çamurun etkisiyle kaysa da aldanmadan koşmaya başladı, sevdiğine ne kadar çabuk kavuşursa o kadar iyiydi onun için.

Mezar taşına gelince durdu, ağlaması iyice hızlanmıştı. Önünü net göremese de mezar taşını sevip taşlara oturdu. "Neden gittin?" dedi. Bu bir soru değildi, nedenini gayet iyi biliyordu...

Bu soru kendine sorduğu bir soruydu. Yolun sonunu bile bile koşarak sona gitmek ne kadar akıl işiydi? Onunla geçirdiği bir saniyeye bile değerdi bu sonu yaşamak...

"Neden gittin benden önce? Beni bekleyebilirdin." Gözlerindeki yaşlar intihar edercesine yanağından çenesine doğru akmaya başladı.

O an pişman oldu söylediklerinden. Sevdiği ister miydi onu yalnız bırakmayı?

"Özür dilerim bir tanem," dedi pişmanlık dolu bir sesle. Keşke o da olsaydı burada, o güzel sesiyle "Kızmadım ki!" deseydi cıvıl cıvıl. Daha çok ağlamaya başladı genç adam.

Artık gözleri ağlamaktan ve yağan yağmurdan buğulanmıştı, gözlüğünün camını silip elleriyle gözyaşlarını sildi.

Mezar taşını sevdi bir süre, artık orada olmak çok fazla canını acıtmaya başladığında taşa bir öpücük bırakıp kısılan sesiyle "Yine geleceğim." diye fısıldayıp hızla uzaklaştı mezarlıktan.

Yine o boş ve ıssız sokakta tekrardan baş başaydı düşünceleri ve acılarıyla. Geçtiği günlerde hayatını kaybetmişti, canından öte bir insanı kendi elleri ile toprağa teslim etmişti ve bu, 21 yıllık hayatında yaşadığı birçok olaydan en acı verici olandı.


Saatlerdir yürüyordu. Biraz soluklanmak için sokağı gözleriyle inceledi. Az ileride olan sahaf dükkanını fark ettiğinde oraya doğru adımlamaya başladı. Biraz dinlenmek ona her anlamda iyi gelecekti.