Dün yine, bir fotoğrafın geçti elime. Birçok eski arkadaşın fotoğlarının arasında... Hatırlar mısın, yıllar önce arkadaşlarla, vesikalık fotoğraflarımızı verirdik birbirimize; unutmayalım diye. Ve gerçekten, unutmadım hiç birini; en çok da seni... Bunları ben, yine o vesikalık fotoğraflar konulsun diye yapılan, küçük, şeffaf fotoğraf kabında taşırdım. Ve sonra fotoğraflar, artık cüzdanda taşınamayacak kadar çoğalırdı. Böyle böyle, galiba elli kadar vesikalık birikmişti bende. İşte senin fotoğrafını da orada, onların arasında gördüm.


Bu, tam bir vesikalık değil aslında. Büyük bir fotoğraftan makasla kesip bana vermişsin bu hâlini. İşte şimdi elimde tutuyorum, kenarları tırtıklı bu fotoğrafı. Üzerinde siyah, ince bir hırka var. Hani üşümeyeyim diye giyinip de hep üşüdüğün... Boynunu sağa yatırmışsın ve o kadar belli ki, bunun farkında olmadığın. Kolyeler var boynunda. Hani cadde üstündeki küçük takı dükkânından çaldığınız, ucuz, renkli kolyeler. Bu küçük hırsızlıklarınızı anlatırken kıkır kıkır gülerdin. Şimdi kolyelere bakınca, gülüşün geliyor aklıma. Kulaklarında da ince, halka küpeler var. Belki bir arkadaşının belki de aynı dükkanın bir başka hediyesi onlar da... Acemice toplamışsın saçlarını; yanlarda bir iki toka ve arkadan bir lastikle. Zaten hep böyle toplardın saçlarını. Daha doğrusu toplayamazdın. İsyan eden saçlarını hep ben, ellerimle yerlerine taşırdım. Bilmiyorum, belki de ellerim saçlarında gezinsin diye yapıyordun böyle... Ve yine isyan etmiş bazı tellerin. Kimi ensenin, boynunun hizasından çıkıvermiş ortaya, kimi sağ kulağının arkasında durmayı başaramayıp dağılmış. Birkaç tel de büyük bir kavis yapıp uzamış; alnından, sol gözünün hizasına kadar... Ardında büyük ağaçlar var. Kim bilir neredesin ve kim bilir az önce, hangi sokak kedisini sevdin... Güneş karşıdan vuruyor yüzüne. Bir akşam güneşi bu, belli. Tarifsiz bir anlam katıyor yüzüne güneş. Bir şeyleri göstermek isterken telaşla bir şeyleri gizlemek ister gibi... Burnun uzamış. Dudaklarında bir gerginlik var. Sanki çok ciddi bir şeyler söyleyecekken sözünü kesip bu fotoğrafı çekmişler gibi. Ve gözlerin, öylesine hüzünlü ki... Hatırlıyorum, senin gözlerin hep hüzünlüydü. O vakitler, zekice bir söz söylemiş olmak için ben, "gözlerin senden on yaş büyük" derdim. Şimdi anlıyorum ki, büyük olan gözlerin değildi, sendin. Sana yaşatılanlar, erken büyütmüştü seni ve bunu ben, şimdi, bu yaşımda anlayabiliyordum.


Fotoğrafını iyice yaklaştırıyorum yüzüme. Sanki sağ yanağındaki beni görmek ister gibiyim. Amaçsızca bir çırpınış hâli bu bendeki. İsteğim, yüzünün sıcaklığını hissetmek galiba. Ama buna ulaşmam mümkün değil ki. Yine de içimde bir sıcaklık dolaşıyor. Fotoğrafına dalııp "işte bu hâlinle sen, nasıl da güzelsin" diyorum. Baktıkça gözlerimi alamıyorum. Nasıl ama nasıl güzelsin. Bu öyle bir güzellik ki, mesela şimdi, bu fotoğrafını birilerine gösterip de sorsam, "eh işte", "fena değil", "buna mı güzel diyorsun" falan derler en fazla. İşte bu cevapları alacağımı bildiğimden, tam da bundan dolayı, öylesine mutlu hissediyorum ki ve sen, öylesine güzelsin ki...


Sırt üstü uzanıp, seninle konuşmaya başlıyorum.

"Böyle ol, hep böyle ol, hep böyle güzel ol. Ne olur, kurban olayım, daha fazla güzel olmaya çalışma. Hatta, güzel olmaya hiç çalışma. İnanır mısın, daha güzel olmaya çalıştıkça çirkinleşenler var. Ve inanır mısın, daha güzel oldukça, çirkinleşenler var. 


Hani köy çocukları vardır. Üstlerinde örgü kazaklar, ayaklarında lastik çizmeler, yüzleri kızarmış, burunları akmıştır. Ama onlar öylece, tam da orada çok ama çok güzeldirler. Hani markalı montlu, spor ayakkabılı, şapkalı kent çocukları yakışmazlar köyün o ortamına ve güzel de olsalar, o ortamda çirkin gelirler insana. Hani bir köy çocuğunu kentli gibi giydirmek, güzelleştireyim derken yapılan çirkinliktir. Hani erik ağaçları, kaplumbağalar, uğur böcekleri, güzel olmaya çalışmazlar ama bulundukları ortamda her biri harikadır... Güzelim, güzellik bir aitliktir, bağlılıktır. Bir şeylerle birlikteyken, bir şeylerin içindeyken güzeliz biz; etrafımıza kattıklarımız ve onlardan aldıklarımızla. Güzellik saf, kendimize ait bir değer ya da var oluş değil; o bir anlam ve diğer her şeyle kurduğumuz görülmez bir bağ. 


Güzelim, yavrum, kuzum. Ne olur güzel olmaya çalışma. Ben bir serçeyim, erik dalıyım, dağ yeliyim, bahçe kapısıyım, sokak itiyim. Sen bir türküsün, papatyasın, toprak kokususun. Naylon çizmelerinle, dağınık saçlarınla, kızarmış burnunla yakış bana. Anlamım, tarifim, tamlayanım. Yakış ki güzelleşeyim. Yakış ki güzelleş.




5 Haziran 2023

Manisa