Yaralı yaz akşamlarındayım, şimdi türküler konuyor dallarıma, bir de için için özletiyor bu mevsim her şeyi. Bir an farkına varmak istemiyorum ama vakit bu kez yaklaşmış, atlıyorum otobüse, düşüyorum yollara, sarılmak istiyorum kapı önü sohbetlere, bir göze değip anlatmak istiyorum.

Bir yerde değiyorum yola, burası bozkır. Çoban yastıkları pembeye durmuş, dağların yükselen yerlerinde göğe varıyor. Çobanlar bozkırın yastığında çay demliyor. Ardına hafif bir yağmur iplik gibi incecikten başlıyor. Çay, şimdi sohbete hazır türküye eşlik ediyor. Bozkıra yağmur yağıyor, yüreğimden bir iklim geçiyor. Çayı, türküsü, göğe varan çoban yastığı... Bir dağı aşıyorum oyunlarım, tekerlemelerim bir dağı aşıyorum yüreğim. Türküleri, mor pembe dağları, dallarına çıkıp salıncak kurduğum ağaçları... Bozkırın benim olan tarafı burası. Gülüşlerimizi, bağlamanın teline değen mızrabı kavak ağaçlarının hışırtısını rüzgar önüne katmış kovalıyor; kulaklarıma çalıyor. Çok zaman olmuş, gelmemişim buralara, başaklar boy vermiş, harman olmuş zaman. Yüreğimi bırakmak, ellerimi vermek istiyorum bu harman zamanına; alsın beni kırkikindi yağmurlarından, taşısın sonbahara, ekime versin istiyorum. Yeniden yollara düşüyorum, bozkırın türküleri sarmış yüreğimi, iliştiriyorum sol cebime, yol bitmiş, başlayıp biten yerdeyim bir kez daha. Hüzünlü bir zamanın yakasındayım...