naki beyi kim bilir

annesini bilmezsiniz herhalde

arşivi var dünya bilmez

naki bey de bir efendi adamdır

İstanbul’a rağmen

kazancı yokuşunda mukim

(Gündeste – 1986 / Ortaoyuncular Yayınları)

 

Naki Bey’den haberdar olmam iş bu dizelerin sayesinde oldu. Sulu gözleriyle yalnızca Ertem Eğilmez’e sarılıp bir köşede oturan sonra da kafasıyla onaylar işarette setten ayrılan Naki Bey kimdir? Peki ya Atla Gel Şaban filmindeki minibüste kokan adam... Şöhreti kulaktan kulağa yayılan bir selülozmanın hikayesi için epey arşiv taradım. Bazı gazete kupürleriyle doksanlı yılların Antrakt dergisi bu yazıda epey yardımcı oldu. Sanırım Naki Bey bu yazıyla birlikte yıllar sonra oldukça gizemli, bir o kadar da hayret verici yaşamıyla tekrar can buluyor...

 

Naki Bey’in annesi İstanbullu bir kadın. Bu kadın çok küçükken annesini kaybedip Denizli’ye taşınmış, orada köy öğretmenliği yapmış. Naki Bey’in babası ise serseri ruhlu sanatçı yönü ağır basan biri. Şarkı söyler, geleneksel oyunlar oynar, aynı zamanda da öğretmen. Gün olur annesinin öğretmenlik yaptığı köye gider. Orada evlenirler. Yıl 1927, Naki Bey henüz Naki Bey olduğunun bilincinde değil, dünyaya gözlerini yeni açmış derken babası; annesini ve onu terk edip gider. Annesi bir daha hiç evlenmez. Ana oğul yaşamı işte burada başlar. Önce Kayseri’ye, ardından Ankara’ya taşınırlar. Annesi için Naki bir tutkudur, hayatını ona adamıştır. Anneliği olağanüstü bir görev edinen kadın askerde dahi Naki’ye eşlik eder, oğlunu teslim ettiği kışlanın karşısında ev tutar.

 

Naki Bey Dil-Tarih ve Coğrafya fakültesine girmiş, burada felsefe ve edebiyat eğitimi alırken yarıda bırakmış, ilgisini çektiği için kütüphanecilik kurslarına yönelmiş. Bunun yanı sıra ikinci tutkusu ise sinemadır. 1954 yılında İstanbul’a taşınıncaya değin bu böyle sürüp gider. Kayseri ve Ankara’nın karanlık sinema salonlarının müdavimidir. Sık sık sinemaya giderek günde 3-4 film izler. “Ne günlerdi onlar… Sinema karanlık. Benim elimde kağıt kalem. Oynayanlar, filmi çeviren, film kaç metre, konu ne… Bunların hepsini not etmekteyim kargacık burgacık… Ve sonra da evde temize çekmek ve saklamak.’’

 

Sinemayla gerçek anlamda ilgilenmesi ise 1960’lı yıllardır. Durmadan setlere girip çıkmakta ve dönemin yönetmenleriyle, oyuncularıyla tanışmaktadır. İzzet Günay’dan 8 mm bir kamera almıştır. “Bu kamerayla birlikte durmadan setlere giderdim. Setlerden birisinde bir asistan vardı, biraz ukalaca bir adam. Ben setlere geldiğim zaman ‘Sen çekemezsin.’ falan derdi. Ben de ‘Sen karışamazsın, çekerim.’ derdim ve çekerdim de… Çekim zamanı, prova zamanı, dinlenme zamanı… Hep çekerdim. Hatta TRT zamanında Türkan’ın eski filmlerinden bölümler göstermek istedikleri zaman beni aradılar. Yine Hülya Koçyiğit’in kızı Gülşah’ın, annesinde bile olmayan bebeklik halini ben çekmiştim.’’

 

Bir şeyler toplamak, biriktirmek, saklamak… Tüm bunlar Naki Bey’in hayatını geri dönüşü olmayan bir yola sokan etkenler. Hayatını çizmekle kalmayıp yön veren temel bir dürtü haline dönüştüren etkenler hatta bunlar. Gözdesi sinema kitapları ve dönem ayırt etmeksizin mecmualar... Ardından gazete kupürleri, İstanbul’la ilgili kitaplar, tiyatro, sanat tarihi, ayrıca hayatının son döneminde Atatürk kitapları... Bir de “artist resimleri...” Üstelik imzalı halleriyle…

 

Durmadan mektup yazıyor Marilyn Monroe’ya, Marlon Brando’ya, Natali Wood’a, Brigitte Bardot’ya, Frank Sinatra’ya… Yazdığı mektupların çoğu boş dönmez. Hatta bazıları mektup bile yazar. Sonuç olarak 1500 adet “artist’’ resmi toplamayı başarır. Bir defasında dönemin “Kaçak’’ dizisinde Dr. Kimble’ı canlandıran David Jansenn İstanbul’a gelir. Daha önce kendisine fotoğraf ve mektup göndermiş bu aktörün İstanbul’a geldiğini öğrenen Naki Bey mektubu ve fotoğrafı kaptığı gibi soluğu Dr. Kimble’ın yanında alır.

 

1960’lı yıllarda Naki Turan Tekinsav adından iyice söz edilmeye başlanmıştır. Hayatında bir diğer dönüm noktası ise radyoda Orhan Boran’ın sunduğu bir bilgi yarışmasına katılarak sinema konusunda on bir soruya da yanıt veren ilk kişi olmasıdır. Ödüllendirilip bir haftalığına İngiltere’ye gönderilmiş. Dönüşünde İngiltere’de neler gördüğünü anlat dendiğinde, hiçbir yeri görmedim, sabahın 9’undan gecenin 12’sine kadar hep film izledim demiş. Haftalarca birinciliği elden bırakmamış, o zamanın parasıyla 20 bin lira civarında ödül kazanmıştır. Bunun üzerine Atilla Dorsay dahil birçok kişi onunla röportaj yapmıştır. Ses Mecmuası’nın yaptığı bir röportajda aslında hafızasının çok zayıf olduğunu söylüyor. Sorulan telefon numarasını rehberine bakarak söylemiş. Ardından eski filmler hakkında sorulan soruları ise başrolünden en önemsiz rolüne kadar tüm isimleri sayarak yanıtlamış. “Fazla merak duyduğunuz bir konuda hafızanız kendi kudretini aşar. Üstelik gördüğüm bütün filmleri, bunların artistlerini, rejisörlerini en ufak detaya kadar yazarım. Yazarken ezberlemiş olurum. Bir yılda 250 film izlediğim zamanlar oldu. Eğer bugüne kadar hep İstanbul’da yaşasaydım daha çok film görebilirdim. Film seyretmek, imzalı artist fotoğrafı getirtmek için on binlerce lira sarf ettim. Yarışmada para kazandığım için tebrik ediyorlar. Halbuki mühim olan para değil, bilgidir. Sinema bilgim ilk defa para getirdi.’’

 

Bu arada bilgi yarışmalarından kazandığı para kadar eve sığmayan kitapları, mecmuaları da dikkat çekmeye başlar. Gazetelerin, dergilerin filmler hakkında bilgi ve fotoğraf sağlayabileceği kaynaklar yetersizdir. Onların başvuracağı tek adres Naki Turan ve Agah Özgüç gibi canlı arşivlerdir. Naki Turan Hürriyet gazetesinin çıkardığı TV’de 7 Gün dergisinin adeta başelemanı olmuştur. “Dergiye her hafta konu ile ilgili resim ve yazıları bulabilmek için numaralanmamış, iyice arşivlenmemiş dökümanlarımın altını üstüne getirirdim. İyice dağılıyor dergiler, kitaplar ama sonunda aradığımı buluyorum.’’

 

Naki Turan canlı arşivliğiyle Uğur Dündar’ın da dikkatini çekmiştir. “1980 senesinde Uğur Dündar, sinema sevgim ve bilgimden dolayı benle bir röportaj yapmıştı. O sıralarda daha güzel bir evde oturuyorum. Çevredekiler ‘Uğur Dündar gelmiş.’ diye birbirlerine söylüyorlar. İçeri girdiler. Uğur Dündar taa tepeye çıktı. ‘Felaket, felaket!...’ dedi kitapları görünce… Ben de ‘Biraz sonra rezalet demeye başlarsınız.’ dedim. İşte o röpartajda ‘Kitap meraklısına bibliofil, kitap hastasına ise biblioman denir. Ben ise kitap toplamanın da ötesinde basılı olan her şeyi topluyorum. O yüzden de bana dense dense selülozman denir.’ dedim.”

 

Hayatını da kitaplarını da bir düzene oturtamayan Naki Turan için her şey o kadar karışmıştır ki artık aradığını da bulamamaktadır. Kütüphanecilik kursları üstüne yıllarca İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kütüphanesinde memurluk fayda etmemiştir. Hiçbir zaman kütüphaneci mantığıyla kitap toplayamamasının sebebini mali durumundan dolayı sürekli ev değiştirmesine bağlıyor. Hiçbir zaman muntazam bir kütüphanesi olmadığını belirtiyor. Evinde kapı açılmayacak hale gelinceye dek istif halde duran kitaplarını günün birinde bir depoya indirir. Bütün kitaplarla taşınmaktansa devamlı bir yerde durmasını için böyle bir yol izler. Fakat o depo da Naki Bey’in başına iş açmıştır. Önceden dükkan olan deponun KDV’si, vergisi Naki Bey’e kesilir. Vergi dairesi 10 milyon lira ceza istemektedir.

 

Kendi deyimiyle “selülozları’’ başına “dert’’ olmaya başlayınca çeşitli yerlerden yardım ister. Tek istediği ona ve kitaplarına ölünceye kadar bir yer sağlanmasıdır. Karşılığında da öldüğünde kitaplarını yardım edene bağışlayacağı garantisi vermektedir. Naki Turan bu uğraşı yüzünden evlenemediğini ve düzenli bir yaşam kuramadığını söylüyor. Ona göre evlilik ve kitap birbirine ters düşen şeyler… “Çoğu kitap koleksiyoncularının, meraklılarının- mesela İbnülemin Mahmud Kemal, Hakkı Tarık Us, Çelik Gülersoy ve benim de- müşterek bir tarafı var: Hiç evlenmemiş olmak. Çünkü evlendiğiniz hanım -eğer fazla kültürlü birisi değil ve ev hanımı gibiyse- kitapları kendine rakip görüyor ve onları kıskanıyor. Çelik Gülersoy bir yazısında ‘Kitabın Başına Gelenler’ diye bir şey yazıyor. Bir bilim adamı karısı ve kitaplarıyla birlikte bir yalıda yaşıyorlar. Adam ölünce kadın: ‘Kocamın başına ne geldiyse kitaplar yüzünden geldi’. diyerek bütün kitapları denize atmış. Ciddi kitaplar batmış, diğerleri ise denizin üzerinde yüzmüş. Belki bizim gibi insanları korkutan böyle bir durum.’’

 

Kitapla ya da sinemayla ilgili profesyonel bir iş yapamadığından yakınıyor. Naki Turan’ı çeşitli yapımlarda gördük aslında. Yavuz Turgul’un Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’nde, Haşmet Asilkan’dan rol isteyen devrini tamamlamış oyunculardan biri olarak hem de. Yanında Sami Hazinses, Nubar Terziyan ve Cevat Kurtuluş ile birlikte. Bir dönemin son temsilcileri… Onlar, Yeşilçam’ın perdede görülen son yüzleri… Artık simgeleşen dört insan…

Ayrıca Muhsin Bey’de kahvede klarnet çalan adam olarak da çıktı karşımıza.

 

Bir dostunu ziyaret için Radar Reklam’a gidip gelirken tipini beğenen reklamcıların teklifiyle oyunculuğa sürüklendiğini söylüyor. Tipiyle bütünleşen uzun beyaz sakalları yüzünden de daha çok tarihi ve dini filmlerde aranmaya başlıyor. Bunun yanı sıra Süper Baba dizisinde Saffet Amca karakterine de hayat vermiştir. Milyarder, Yunus Emre, Kuruluş, Yaprak Dökümü, Arabesk, Minyeli Abdullah, Zeyrek Yokuşu yapımlarında da rol almıştır. Hepsi doksanlı yılların filmleri ve TV dizileridir ve Naki Bey’in yaşam penceresi maalesef kapanmak üzeredir.

 

Yıl 1993. Naki Turan 66 yaşında. Her şeyini verdiği tutkuları artık ona ihanet etmeye başlıyor. 65 yıldır beraber yaşadığı annesinin kaybıyla artık selülozları ile yapayalnız kalmıştır. Vücudu iflasın eşiğindedir. Vefatından önce iki buçuk sene kadar SİNE-SEN tarafından bakımı üstlenilmiştir. SİNE-SEN, uzun yıllardır geniş bir dökümantasyon merkezi kurma hayalinde iken Naki Bey’le tanışıyor. O günlerde prostat ameliyatı olan Naki Bey’e destek sağlayan, iyileştiğinde evine giden SİNE-SEN yetkilileri dehşete düşüyor. Yetkililer kiremit yığını gibi üst üste kitapları bir bataklıkta yüzüyor olarak tasvir ediyorlar. Bu korkunç ev ziyaretinden 1-2 ay sonra teklifle tekrar gidiyorlar. Ancak Naki Bey tereddütlü, kitaplardan sonra kendisiyle ilişkiyi keserler diye korkuyor. Münir Özkul’a, Selda Akor’a ve Arzu Film’e danışıyor. Sonra güveniyor ve onaylıyor. SİNE-SEN yetkilileri ise buraya kadar herhangi bir güçlük çekmediklerini, bundan sonra güçlük çektiklerini belirtiyor. Naki Bey’in varisi çıkma ihtimali, akıl hastanesinden raporlar, noterler bir sürü evrak işi… Ardından Naki Turan Oryantal Otel’e yerleştiriliyor.

 

Kedileri çok seven, Beyoğlu’nda Simurg Kitabevi’nin müdavimi. Kedisi Mestan’a hiç laf ettirmeyen, sinemaya ve Türkan Şoray’a aşık bir güzel adam Naki Turan Tekinsav, 20 Kasım 1995’te hastaneye kaldırılıyor. 29 Kasım 1995’te Şişli Eftal’den bu dünyaya veda ediyor. Kendi deyimiyle “selülozman” bir adamı çok sevdiği selülozları sayesinde işte böyle anmış olduk.

 

***

Burçak Evren ondan şu şekilde bahsediyor:

 

Sinema yaşamı, sinemayla ilgili her bir şeyi toplamak ise adeta mesleğiydi. Erenköy’de kiracı olarak oturduğu (Yaşamı boyunca hep kiracı oldu.) evine gitmiştim. Bir eski zaman köşkünün oldukça büyük olan bodrum katıydı. Dış kapıyı zor açtı. Çünkü onun arkası bile kapının doğru dürüst açılmasını engelleyen kitap yığınlarıyla doluydu. Evde kütüphane filan yoktu ama her kitap yığını onun kolaylıkla bulabileceği bir sistemle üst üste konmuştu. Koridorlar, odalar, mutfak, yatak odası, hatta tuvalette bile raflar yapılmış; üzerine hiçbir boşluk kalmayacak şekilde kitaplar dizilmişti. Bir çöp ev değildi, kendine göre bir düzeni vardı ama bu düzen bile insanı rahatsız edecek denli bir görünüme sahipti. Bu görünüm içinde bile her bir kitabın nerede olduğunu kolaylıkla biliyor ama asla onlara bir başkasının el sürmesine izin vermiyordu. Tek dostu bir saplantı haline getirip topladığı kitaplar ve de onu askerliğinde bile asla yalnız bırakmayan yaşlı annesiydi.


Tek derdi kitapları yüzünden devamlı aramak zorunda kaldığı kiralık bir yer bulmaktı. Kitapları çok ama kira verecek parası pek yoktu. Bu konuda benden, üyesi olduğum Tarih Vakfı’yla görüşmemi istedi. Tek isteği, bir kira bedeli karşılığında tüm kitaplarını oraya bağışlamaktı. Ama bu isteği de pek sıcak karşılanmadı.

 

Yaşamını yitirdikten sonra onun büyük bir sabırla bir araya getirdiği kitaplarla birçok yerlerde karşılaştım. Bunlardan ilki, su baskını sonucu harap olmuş kitapların belediyenin kepçesiyle yığınlar halinde konduğu bir depoydu. Sanırım bir sahaf almış ve bana satmak istiyordu. Ama elle tutulacak, harap olmamış tek bir kitap bile yoktu aralarında. Üzüldüm... Öldükten sonra kitaplarını gördüğüm bir diğer yer ise sinemayla ilgili bir sendikanın kütüphanesiydi. Kitapların buradaki hali ise birincisi kadar değilse bile ona yakındı. Tüm kitaplar onlar için yeni yapılmış kütüphaneye konmuş ama kimse çalmasın ya da okumasın diye hepsi üzeri koli bantlarıyla birbirlerine yapıştırılmıştı. Yani raflardan hiçbir kitabı alamıyordunuz, almak isteseniz bile ancak o kitabı yırtmanız gerekiyordu. Sonra bu kitaplar bir yerlere gitti.


***

 

Ertem Eğilmez’in oğlu Ferdi Eğilmez ise ardından bir vefa yazısı kaleme almış.

 

Bilenler bilir onu... Adı Naki Turan Tekinsav... Tarifi zor, uslanmaz ve deva bulmaz bir saplantı ile kitap biriktirdi. Vefat ettiği gün 50.000 adet kitap çıktı evinden. Üstelik hepsi sinema ile ilgili kitaplar... Ömrü boyunca kısıtlı bütçesi ile devamlı topladı, topladı, topladı. Yaşamı boyunca kendisine gereğinden fazla düşkün annesi ve kitapları ile yaşadı. Askerliğinde bile bırakmadı Naki Bey’i annesi. Askerlik yaptığı kışlanın karşısında bir ev tuttu. Adeta beraber iki sene askerlik yaptı ana oğul.



Günün birinde radyoda bir başka üstat Orhan Boran'ın sunduğu bir bilgi yarışmasına katıldı. Sinema alanından kendisine yöneltilen 11 soruya doğru yanıt verdiği için ertesi hafta tekrar davet edildi. Tekrar bildi. Tekrar davet edildi.Tekrar bildi. Zorlaştırılmış soruları 7. haftada da bilince program tarafından ödüllendirilip İngiltere'ye gönderildi. Dönüşünde İngiltere'de neler yapıp nereleri gördüğü sorulduğunda "Hiçbir yeri görmedim, sadece 45 film izleyebildim." diye yanıtladı.


Az konuşur, az anlatır biri olduğundan maalesef çok az bilgi var bu sinema fenomeni aşığı hakkında. Ertem Eğilmez'e olan sevgisi sebebi ile dönem dönem gelip Arzu Film'de öyle sessizce bir kenarda oturduğunu hatırlıyorum hep.


Senaryo çalışmalarını dinlemeyi sevdiğini hatırlıyorum. Senaryoyu dinlerken bazen hüzünlenir, ağlar, bazen de gülerdi hep minik kahkahası ile. Başıyla senaryoyu onaylar, bir tek Ertem Bey'e sarılıp ayrılırdı şirketten.


Bana babam anlattı Naki Turan Tekinsav'ı. Ben de dayanamadım, kendisine sordum elbette. "Neden ömrünü sinema kitaplarına harcadın Naki Abi?" Yüzüme baktı uzun uzun. "Zengin olmak için." dedi… Gençliğimin cehaleti ile "E olamamışsın ama." dedim.

Güldü, "Sana öyle geliyor." dedi sadece...


Bu baba dostu sessiz, aksakallı abimi bugün rahmet ve sevgi ile anıyor, bu vesile ile kendisinden hem özür diliyor hem de rahmet diliyorum....

***

Yazımın da alıntılarımın da sonuna geldim. Kimselerle pek konuşmayan, sessiz, sakin, kuşkucu, tereddütlü Naki Bey’e Gecedeste kitabında da rast geldim. Nurlar içinde uyu selülozman…


münir özkul’u evlendirdik umman’la

onbeş ocak çarşamba

fakir münir ağbinin şahidi

umman’ın şahidi naki bey

ne davetiye ne çelenk çiçek

hiç kimsenin haberi yok

beyoğlu evlendirme dairesinde küçük bir arka oda

başka hiç kimse yok nikahta

çıktık beyoğlu’na

bir pastanede profiterol ısmarladı bize damat

naki bey hüngür hüngür ağladı

profiterolü sel aldı


(Gecedeste - 2019 / Ortaoyuncular Yayınları)