Bir adım geri gidin, sıyrılın yaşamdan, gözleriniz çevrelesin koşturan insanların telaşlarını ve sonra yüzünüze sert bir his esecek, onu hissedin. Tüm bunları yapacak vaktiniz yoksa ben dizelerime gizleyeyim o rüzgarı...


Toplumlar ilk çağlardan bu yana sorgulayarak bir şeyleri keşfetmişler. Elindeki iki taşı birbirine sürterek ne olacağını sorgulayan ilk çağ insanları ateşi bulmuş. Ağaçtan düşen elmanın sorgulanmasıyla yer çekimi bulunmuş. Kimi sorular o anda cevap bulamamış olsa da sonraki nesiller bulmuş o sorunun cevabını. Yine de soru sormaktan vazgeçmemiş insanlar. Sorular üst üste yığılarak bir nihai sonuca erişmeye devam etmiş.


Gelin görün ki biz artık bu sorgulayıştan çok uzağız. Belirli sınırların içinde yaşayıp gidiyoruz. En basiti bir yemek tarifinde bile değişik yapmaya korkuyoruz. Her şeyi olduğu gibi kabullenmeye alışmışız. Hal böyle olunca üretken toplum kimliklerimizi çöplere basıyoruz. Değişime karşı içimize kapanıyoruz. İki kritik noktada eksildiğimizi düşünüyorum.


Bunlardan ilki, değişim. Bir insan yedisinde ne ise yetmişinde odur sözüne katılmayanlardanım. Ve bu sözün toplumda değişim karşıtı insanlar tarafından siper niyetine kullanıldığını düşünüyorum. Hayatta çok fazla kötülük olduğu gibi çok da fazla güzellik var. Bu durumlar insanı olumlu veya olumsuz değişimlere tâbi tutar, tutmalı. Örnek verecek olursam: İslamiyet'in ilk dönemlerinde Müslüman olan kişiler İslam'la tanışmadan önce kötü ve gaddar olarak nam salmıştı. Ama İslamiyet'le tanıştıktan sonra adalet ve güvenilirlik kimlikleri ortaya çıktı. Tarih o isimlerin değişimini İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası olarak ikiye ayırdı.


Mecnun kendi halinde birisiyken Leyla'yı görmesiyle çöllere düştü, hayatı onu gördükten sonra değişti. Bazı şairlerin yazmaya başlama tarihine göz attığınızda ilk aşık olduğu zamanı göreceksiniz. Bazı seri katillerin hayatına baktığınızda aile içi şiddetten sonra bu eylemlere başladığını göreceksiniz.


Demem o ki hiçbir insan yedisinde ne ise yetmişinde o olamaz. Bu fıtratımıza aykırı bir şey. Olaylar yaşadıktan sonra kendimizi iyi veya kötü yönde geliştirmezsek yerimizde saymaya devam ederiz. Yaşadığımız olaylar bize bir şeyler katmalı ve bizi olgunlaştırmalıdır. Kötü yanlarımızı törpülemeli, iyi taraflarımızı daha da ön plana çıkartmalıdır. Yoksa yapraktan farkımız kalmaz. Yaşadığı onca olaya rağmen kötülüğünü devam ettiren insanlar "Aman yedisinde ne ise yetmişinde odur." diyerek geçiştirilir. O insanlar büyür, bir yerlere gelir ve insanlara sıkıntı vermeye devam eder. Değişen tek şey zamandır onlar için. Bana kalırsa bu sözü yama olarak kullanmaktan acilen vazgeçmeliyiz. Çünkü değişimin meydanda olmadığı yerde sorulara yer yoktur.


İkincisi, sorgulama. İnsanlar o kadar genel kanıya göre yaşamaya alışmış ki soru sormayı geçin, sorulan sorulara cevap verecek üretkenlikten bile mahrum hale geldiler. Neden bu durumdayım, nerede olmalıyım, bir sorun karşısında neler yapmalıyım, ben kimim gibi temel soruları bile rafa kaldırıp "yap dediler, yapmalıymışım, olmalıymışım" gibi kalıp cümlelerle hayatta var olmaya başladılar. Soru soran çocukları susturup "İcat çıkartma." dediler. Ülkece ilerlemek istiyorsak ilk başta cümlelerimizi değiştirmemiz gerek. Gençlerin, çocukların fikirleri "Dur şimdi icat çıkartma." cümlesiyle yok ediliyor. Halbuki "İcat çıkar." denilse kim bilir nice mucitler çıkacak coğrafyamızdan. Şimdi çok popüler oldu kuşakları sorgulamak. Z Kuşağı neden bu halde, Y Kuşağı ne yapıyor gibi... İşte sorgulatılmayan gençlik, ileride bugünleri sorgulatır.


Şimdi bir adım ileri atıp etrafınıza soru işaretleri serpmeye başlayabilirsiniz. Cevaplardan korkan insanlar soru işaretlerinizi elinize verip kaçacaktır. Varsın kaçsınlar, siz o içlerinde uyuyan merakı ne kadar kamçılasanız o kadarı kâr.


Sürekli belirli kanılar, kalıplaşmış ön yargılar içinde dönüp duruyoruz, fare misali birinden kurtulsak diğerine kıstırıyoruz kuyruğumuzu. Bir soru da ben bırakayım sizlere: Peki bu fare kapanının çıkışı nerede?

Kalın sağlıcakla... :)