Belediye çalışanları hava aydınlanmadan semt pazarındaki yerini aldı. Birkaç saat içinde insanların çıkaracağı hengâmede bütün zerzevata yerleşecek olan tozun, toprağın kucaklaşmasını önlemek için pazar yerini sulamaya başladılar. Sulama biter bitmez tezgâhlar açılmış, sergiler serilmiş, el arabaları gezintiye başlamış, insanların alacaklı sesleri pazar yerini kucaklamıştı.

Sergen poşetini doldurdu, iki paket mendili eline aldı, annesinin nazar duasını da kuşanarak pazarın yolunu tuttu. Evden çıktığından beri dudaklarını belli belirsiz oynatarak bir şeyler yapıyordu. Attığı adımı mı sayıyordu, poşetteki mendilini mi sayıyordu, yoksa hayalindeki topacın kaç tur döndüğünü mü sayıyordu? Yaptığı bütün hesaplamaları bir olura bağlayamadan insanların arasına karıştı. Göz göze geldiği herkese aynı soruyu soruyordu: “Ağbi bir mendil alır mısın? Ablacım bir mendil lütfen!” Kısa bir anlığına da olsa karşısındaki insanın tavrını ölçüyor, ona göre de cümlesini kuruyordu. Çoğu insanda olumlu izler bırakan bu tavrı, cebinin hemencecik dolmasını sağlıyordu.

Poşetteki mendiller biraz eksilmişti. Pantolonun cebini kontrol etti, hafif bir kabarıklık gözüne çarptı. “Oldu bu iş!” dedi, olduğu yerden döndü. Şadırvana kadar koştu. İnsanlara çarpıyor, mendillerini düşürecek gibi oluyordu. Arkasına bile bakmadan şadırvanın yanındaki oyuncakçıyı buldu. Serginin yanına yaklaştı, elini cebine attı. Paraların hepsini avcunun içine aldı. Diğer eliyle de bileğine doladığı poşeti sıkıca tutuyordu. Burnunu iki üç kez art arda çekti. “Fırt, fırt!” Güneşin bir anlığına tam da yüzünde doğduğunu sandı. Sıcaktan daralmaya başlamıştı. Sergiyi baştan sona dolaştı. Nihayetinde cesaretini toplayarak poşeti tuttuğu elini uzattı. Yeni cilalanmış topaçları göstererek:

“Bu kaç milyon?” demeyi başardı. Hemen yüzündeki güneş söndü, onun yerini buz gibi bir rüzgâr kapladı.

Adam:

“Beş milyon!” dedi.

Yine dudaklarını oynatmaya başladı. Adam, “Vereyim mi?” dedi. Sergen cevap vermedi. Elindeki poşete baktı, parasını yokladı, tekrardan insanların arasına karıştı. Çok bir zaman geçmedi ki heyecanla aynı serginin başına geldi. Poşete baktı, parasını yokladı, bu kez adama bir şey demeden arkasını dönüp gitti. Bir saat sonra Sergen yine geldi. Poşetindeki mendillerin birçoğu satılmıştı. Poşeti bileğine doladığında biraz önceki gibi bir iz bırakmıyordu artık. Serginin başına geçip adama daha emin bir şekilde sordu:

“Bu kaç milyondu?”

Adam kafasını çevirdi. Burnundan uzun uzun soludu. “Hıhı hıhı!” Başkasına topaçlardan birini uzatırken Sergen’e döndü:

“Ha oğlum ha!? Koşarak geliyorsun, bakıyorsun, konuşmuyorsun, sonra topuklarınla arkanı döve döve gidiyorsun!”

“Şey…”

“Yürü git buradan!” Elini bir şey atacakmış gibi savurdu.

Sergen birkaç adım geriledi, başını eğdi:

“Cilalanmış topaçlar var ya amca, işte onlardan alabilmem için kaç mendil daha satmam gerektiğini hesaplıyordum. Çünkü her seferinde param çıkışmıyordu! Ama şimdi tamam galiba!” dedi. Bir avuç parayı adama doğru uzattı.

 

 

Ocak 2021/Taşlıçay