içimin aydınlığı ve karanlık yazgım arasında dengesiz bir sarkaç,

hangi uzak kasım, hangi basma elbiseli yaz

beni böyle inciten bir inatla dünyada tutuyor.


beş kelimem vardı dördünü herkesle bölüştüm,

başı sonu bitmeyen bir gök karanlığına harcadım tüm bildiklerimi.


beş kıta, 81 il, sonsuz ülke,

atlantik, pasifik okyanusu,

o camları toplayıp bir yerinden düzeltmem gerek.

işte o zaman bembeyaz bir oda hazırlayabileceğim kendime,

yansıyan gölgelerin bile suçsuz olduğu,

el değmemiş, benim ve doludizgin.


kime olursa olsun, 

sürekli yanılanlara, her şeyi bilenlere, önüme hangisi çıkarsa.

sormalıyım

bu başımızda olan biten ızdırap neyin nesi?

kulağımıza kazınan depremlerin ve yangınların uğultusuna siz nasıl dayandınız?

susmayan sesler, 

kargacık burgacık yazılar, 

yürüyen serçelerden bile irkilmem

niçin, niçin, niçin

ne zaman güç bulacak gövdemi taşıyan bacaklarım?

belki siz bilirsiniz.

bu büyük güvertede tutunacağım neresi var?


keşke insanın neye dönüşebileceğinden habersiz öylece durabilseydim,

yetişkinliğin kıyısında, 

hemen elimi uzatsam dokunacak kadar yakın.

yine de çekip gidebilecek gibi.

bacaklarımın güçsüz olabileceğinden habersiz, 

yer çekimsiz çelenkler gibi.


bir zamanlar bahçeleri de ben kucakladım,

sarı sarı saçlarımla, buklesiz neşemle.

içimi pembeye boyaması gereken bu günlerde

ben

ne yaşadım da

herkesin yolunu değiştirdiği köşebaşları gibi heyecansızım.