Kalbim paramparça ellerimde. Kırılan parçalar o kadar artmış ki artık hak edemiyorum onları. Fark etmeden de olsa düşürüyorum ellerimden. Elimde kırık kalp parçaları, bu engebeli ve soğuk yolda durmaksızın yürüyorum. Hafif hafif başlayan rüzgar, belli ki fırtınaya dönüşecek. Tatlı tatlı yağan kar birazdan tipi olacak, biliyorum. Hiçbir şeyin geldiği gibi kalmadığını öğrenmiştim çünkü yürürken.


Ben yolda bata çıka yürürken diğer insanlara bakıyorum bazen. Benden hızlı yürüyorlar, üstelik ellerinde kalp parçaları da yok. Belki de gülünç duruma düşmemek için onları ceplerinde saklıyorlar, bilmiyorum. Tek başlarına, son hızla, korkusuzca atıyorlar adımlarını. Tipi onları yıldırmayacak belli. Bense o kadar yorgunum ki hafifçe esen rüzgar dahi bacaklarımı kırmaya yetecek.


En çok da asla söylemeye cesaret edemediğim, zihnimde çığlık çığlığa bağıran düşüncelerimin ağırlığından yorulmuşum, bir adım daha atacak dermanım kalmamış. İçimdeki kaba saba, öfkeli ses sürekli "Bu senin son adımın olacak, birazdan yığılıp kalacaksın, çabalarının hepsi beyhude." diyor. Bu öfkeli ses ben miyim diye sorguluyorum son zamanlarda sık sık. Eğer ben isem kendimden korkuyorum. Bir yandan da anlayamıyorum; neden insanın kendi kendine kastı olur, bu acıyı kendine neden verir? O ses beni sevmiyorsa, bu benim kendimi sevmediğim anlamına mı gelir?

Eninde sonunda kendimden bile gizleyerek döktüğüm gözyaşlarım, yanaklarımı yakarak aşağılara süzülüyor. Bakıyorum ki elimdeki kalp parçalarına işlemişler süzüle süzüle. Sonra bir de bakıyorum ki simsiyah kesilmiş kalp parçalarım. Zifiri karanlığa boyanıyorlar. Bu rengi iyi biliyorum, bu renk geri dönüşü olmayan şeylere özgü bir renk. Anlayamıyorum, saf sandığım şeffaf gözyaşlarım, kalbimi nasıl simsiyah kesebiliyor, anlamıyorum.


Yolda güzel şeyler de var, mesela güneş hep oralarda bir yerlerde. Ama bahsettiğim tipi, güneşimi görmeme engel oluyor. Ne zaman güneşime bakacak olsam gözlerim yanıyor, dayanamıyor ve yine kendi kapkaranlık yoluma çeviriyorum başımı. Ben güneşi tenimde hissetmek istiyorum ancak kuvvetli tipinin soğuğundan uyuşmuş tüm vücudum. Hissedemiyorum. Sadece güneşin oralarda bir yerlerde olduğunu bilmek ruhumu ısıtmaya yetmiyor böylece. Aksine, her geçen gün güneşe açlığım artarken ve ruhum soğurken güneş de benden bir o kadar hızla uzaklaşıyor.


Bazen yol arkadaşları ediniyorum kendime. Acıma ortak olurlar belki diyorum. Ne ahmakça bir düşünce halbuki: Acıma ortak olurlar. Bu yolda herkes tek başına diyorum, anla bunu. Herkes kendisiyle meşgul. İçimdeki öfkeli ses yine devreye giriyor tam o an. Anla, canın daha fazla yanmadan anla. Hem bir de yol arkadaşların kalbinden bir parça koparıp verirse eline, o zaman ne yapacaksın? Elindekileri bile taşımaktan acizsin besbelli. İç kavgalarımdan sonra kendi kendime, sen yine de yol arkadaşlarına fazla bel bağlama diyorum. Tabii sözler nafile, çok seviyorum yol arkadaşlarımı. Haddinden çok, kendimi bile sevmediğim kadar seviyorum. İçimdeki öfkeli ses haklı çıkıyor bir süre sonra, yol arkadaşlarım hepten canımı yakıyorlar. Derken bir gün asla bırakmaz dediğim, o çok sevdiğim yol arkadaşım da gidiyor. Kalbimi kaskatı kesiyor bu gidiş. Ama ben toparlanıveriyorum hemen. Belki de toparlandım zannediyorum. Diyorum ki her şey geçti. Evet, bu saatten sonra beni hiçbir şey yıldıramaz. Kırıldım kırılacağım kadar. Hızlıca geçeceğim bu yollardan emin adımlarla, konuşulanlara kulak asmadan. Kendimi en güçlü hissettiğim o an, en umulmadık anda, gözyaşlarım daha yeni kurumuşken bacaklarım yenik düşüyor her şeye. Yere düşüyorum. Elimdeki kalp parçaları da benimle beraber savruluyorlar. O an hiç tanık olmadığım bir şeye şahit oluyorum; birden gece oluveriyor, güneş sahiden gidiyor bu sefer. Artık güneşin varlığı diye bir şey de yok. O... Öylece gidiyor.


Ve ben yere düşer düşmez rüzgarın uğultusu kulağıma hüzünlü bir melodi gibi çalınmaya başlıyor. Herkes son sürat yol alırken ben oturmuş, yerdeki kalp parçalarımı bir araya getirmeye çalışıyorum. Ben topladıkça daha fazla dağılıyorlar sanki. Geride kalıyorum herkesten. Hiçbir şeye yetişemeyeceğimi iyice anladığımda pes ediyorum. Yere uzanıyorum. Günlerce düşünüyorum uzandığım yerde; bugüne kadar yaşadıklarımı, iyisiyle kötüsüyle kalbimde yer edinebilmiş şeyleri... Tam her şeyden umudumu kesecek gibi olduğumda bir anda tenime değen kum taneleri beni gıdıklıyorlar. Gülümse diyorlar bana. Bu beni güldürüyor. Uyuşmuş bedenime iyi geliyor bir şey hissetmek. Ağlamaktan şişmiş gözlerimi gökyüzüne dikiyorum sonra, yıldızlar ilk kez gözlerime çok güzel görünüyor. Acaba hep böyle güzel miydiler, yoksa bana mı şimdi böyle geliyor, anlayamıyorum. Telaşla yürürken farkında bile olmadığım yıldızları görmek için düşmüş olmam gerektiğini o an fark ediyorum. Tebessüm ediyorum. İster inanın ister inanmayın, tam ben tebessüm ederken yıldızlar da bana göz kırpıyorlar. Günlerce bakışıyoruz yıldızlarla. Hatta biriyle yakın arkadaş bile oluyoruz. Arkadaşım, düştüğüm andan bu yana kulağıma çalınan hüzünlü uğultuyu alıyor, onun yerine güzel bir melodi dinletiyor bana. Bu güzel melodiyi dinlerken çiçek kokuları da alıyorum. Yıllardan sonra ilk defa tamamlanmış hissediyorum. Evimdeymiş gibi hissediyorum. Arkadaşım yıldız ile vakit geçirdiğim süre zarfında her şeyi unutuyorum. Yolu, yol arkadaşlarını, güneşi, geçmişimi ve geleceğimi... Yıldızla ben bir oluyoruz. Onu kalbimdeki boşluğa koyuyorum. Yıldız bir nevi yara bandım oluyor.


Sonra günlerden bir gün, yıldızım bana bambaşka güzellikteki bir melodisini dinletirken aniden çok yorgun hissediyorum. Ama bu seferki yorgunluk bambaşka. Bacaklarımla alakalı olan değil; kalbimin yukarısında, aşıkken kelebeklerimin kanat çırptığı yerde meydana gelen bir yorgunluk bu. Dayanamıyorum, kendi isteğimle gözlerimi yumuyorum dünyaya. Yıldızlar gidişimi kabullenemiyorlar bir süre. Kabullendikten sonra da bir daha kimseye göz kırpmama kararı alıyorlar. Yol bitiyor benim için o an. Yolu tamamlayamıyorum belki ama benim yolum çoktan bitmiş. O günden sonra yıldızlar eskisi kadar parlak değiller, hatta söylentilere göre arkadaş edindiğim yıldız, benimle beraber sönüp gitmiş. Ama yine de yıldızlardan son bir ricada bulunuyorum, benim gidişime küsmek yerine yere düşenlere yardım etseniz olmaz mı? Dünyanın hiç bilmediğim bir yerinde başka biri yere düştüğünde ona da göz kırpsanız olmaz mı? Belki o benim yapamadığımı yapıp sizin ışığınızda ayağa kalkacak gücü bulur.


Size bahsettiğim, arkadaş edindiğim yıldızıma gelince; o hep benimle beraber olacak. Çünkü ben umutsuzca yerde kıvranırken, hayat tamamen acıyla kaplı diye iç geçirirken, o bana hayatta bir ihtimal mutluluğun da olabileceğini söylemişti. Ben de ona inanmıştım. Gerçi o o kadar güzeldi ki ne dese inanırdım. Ben o yıldıza aşık olmuştum, geç de olsa şimdi anlıyorum. Çiçek kokusuna gelince, sadece bir hayalmiş. Asla bir çiçek var olmamış ki o kurak yolda. Yıldız beni çiçeklere inandırmış, ben de kokusunu alıyorum zannetmişim. Yıldız da farkındaymış hayattaki mutsuzluğun da, sırf ben ayağa kalkabileyim diye yalanlar söylemiş. O da yorgunmuş yaşamaktan bu hayatta. Şimdi ben gözlerimi yumdum, yıldızsa söndü. Ama bence benim yıldızımın kulağıma fısıldadığı güzel melodi, hâlâ düşmüş birilerine yaşam umudu oluyor. Ve duyduklarıma göre yıldızımın söndüğü yerde kocaman bir çiçek bahçesi açmış. Burnuma kokusu gelen çiçeklerden bir bahçe.


Ben tutunamadım bu yola. N'olur kızmayın olur mu? Arkamdan korkak da demeyin. Çok yorgundum sadece, yorgunluğun çok hüzünlü bir tarafı vardır. Keşke diyorum, keşke yanlış yerlerde aramasaydım umudumu. Terk edildiğim yol arkadaşlarım, kendisini bir türlü hissettirmeyen güneş, en savunmasız anımda gaddarca başlayan tipi... Hiçbirinde değilmiş aradığım. Kendime sadece ben lazımmışım. Kendimi sadece ben kurtarabilirmişim. Ne ironik değil mi? Kendime an fazla ben lazımken, aradığımı bulmak uğruna kendimi harcamışım. Aradığım, fütursuzca harcadığımmış. Yıldız da bunları söylemişti gerçi. Hatta okuduğu bir kitapta geçen cümleyi söylemişti bana:

"Göğe çıkıp yıldızların ışıltısına ulaşmak yerine, şimdi üzerinde uyuduğumuz toprağın içine girmeyi hayal etmemiz doğru muydu?"

Doğru değildi yıldızım ama çok yorgundum, anla beni.


Bir süre sonra öğrendim ki, meğerse yıldızım sönmemiş. Meğerse yıldızım başka birinin yıldızı olmak üzere bambaşka bir yere gitmiş. Ben öldüğümle kalmışım meğer. Yıldızımın kahkaha seslerini işitince anladım. Zaten tahmin ediyordum ancak hazır değildim kulaklarıma çalınmasına. Ben kendi kendimin sonunu getirmekle kalmışım anlayacağınız. Yıldızıma sinirli değilim ama ne zaman aklıma gelse tüm vücudum kanıyormuş gibi canım acıyor. Bu olay öyle derinden etkiliyor ki beni, yüreğimdeki aşk kelebekleri terk ediyorlar vücudumu. Çünkü biraz daha bende kalmaya devam ederlerse ölecekler. Yıldızım, ne olur beni unutma. Başka kişilere yaşam umudu olsan bile... Umudu olduğun bu kız çocuğu, kalbinde ufacık da olsa yer edinsin. Adımı unutma.


Bazen hayat, tüm mutsuzluğuna rağmen güzeldir. Bazense tüm mutluluklara rağmen simsiyahtır. Ben hayatımı siyah görmekten kurtulamadım. Suç bendeydi. Kendimi kurtaramadım.