Doktor: Ben bir şey sorabilir miyim size?
— Buyurun.
Doktor: Bu durumun size ne zararı var?
— Şikayetimden mi bahsediyorsunuz?
Doktor: Evet.
— Yani...
Doktor: Yani size bir acı vermiyor. Yaşamınızı engellemiyor. Bu klasik sara nöbeti gibi de ansızın gelip tehlike de arz etmez. Gözleriniz açık bir müddet rüya görüyorsunuz, hepsi bu değil mi? Var mı başka bir sıkıntısı, zararı?
— Yok da normal bir durum mu bu?
Doktor: Değil. Ama olsun. Bir şeyin anormal olması mutlaka zararlı olduğu anlamına gelmez ki. Yani buradaki sorun, sizin yaşadığınız şeyin iyi ya da kötü olmasından çok sizin de söylediğiniz gibi normal olmaması. Bir tek sizin başınıza geliyor olmasından. Böyle olduğu için doğal olarak kötü olduğunu düşünüp korkuyorsunuz. Yani sorun hastalıktan çok bu. Başınıza geleni istisnai şekilde ve yalnız yaşamanız. Kanser hastaları gibi. Kanser hastası da kanserden çok bu yüzden acı çeker. Hastalıktan çok, neden ben diye isyan eder. Çevredekilerin de kanser olduğunu görse bu kadar acı çekmeyecek. Bırakalım kanseri, tümörü. İnsan kendisi için yararlı hatta üstünlük kazandıran bir anormalliği dahi istemez. Diyelim dört elli, beş kulaklı, işte çift kalpli, dört böbrekli birisiniz. Bu çok yararlı, faydalı bir şeydir. Size yetenek ve güç kazandırır. Ama kimse böyle olmayı istemez. İstemediği gibi korkar. Hatta midesi bulanır. İnsanı korkutan, endişelendiren şey hastalıktan çok bu "onu tek başına yaşaması, yalnız kalması".
Bu yaşadığınız şey, anormal olmasına anormal ama kim bilir neyin karşılığı, neyin ihtiyacı bu? Ya oralar öyle karanlık, öyle muğlak yerler ki neyin iyi geldiğini, neyin zarar verdiğini bilmemizin imkanı yok. Bu yüzden belki de başımıza gelenler acı da verse kötü de olsa biraz sevmek mi lazım bilmiyorum ki. Ama çok fazla zararı yoksa en azından bir faydası vardır diye düşünebiliriz belki.