felaket geliyor, sel götürecek. koca cüsse yalpalayarak iniyor dağdan aşağı. sol ökçesine diken batmış, dün çıkaracaktı ama unutmuş. çoğu zaman, ne yapması gerekiyorsa unutmuş oluyor.
ümit adında bir kızı var. bu en çok sevdiği çocuğu. saçlarını tepesinde toplar ve güneş batana kadar eve girmez, sokaktadır suyun içinde kalır. gür kahkahalar atar ve dört bir yana türkü dinletir detone sesinden. acıktığında kapıya dayanır, uzun belikli ablasının saçına yapışır, bana yemek ver der. su istediğimde gözlerimin içine bakar, dizimin dibine oturur. abimi çekiştirir bana, bu adama güvenmiyorum der. beni anasından daha çok tutar. bunu istemeye geldikleri gün beddua edip şehre kaçtı. ablası verdi tuzlu kahveyi. bir haftaya kocası olacak adamın annesinin ayağı kırıldı, kem gözlü bildiler, evimize uğramadılar bir daha. bazen çok sinirlenince de arka balkona çıkıyor, bu zehri içer atlarım diyor.
dün ümit geldi, şehirden erzak getirmiş. yorganımı güneşe çıkardı, perdeleri söktü. beni yürüyüşe çıkaracağını söyledi, elimi tuttu, atkımı doladı. diğer elime bastonumu alacaktım izin vermedi, gerek olmayacak baba dedi. köyde turladık, mandalina topladı soydu yedirdi. yorulmuştum, diyecektim ki unuttum. habire çekiştirdi. bir çiftlikten geçiyorduk, köpekleri tasmasını gerip havlamaya başladı. adımlarımızı çabuk atmaya başladık. yön duygumu kaybetmiştim, nerede olduğumu kestiremiyordum. bir vadiye gelmiştik, az ileride küçük bir gölet vardı. burayı hatırladım. çocukken kurbağalarını toplar, aklı özürlü amcama satardık. neden geldik kızım buraya dedim, şş baba dedi. yamacı görüyorduk, tepe çok yüksekteydi. gençlikte kız atmak isterdik buraya, sadece bir kere dayımın kızını ikna eder gibi olmuştum, yolun ortasında ayıktı mı bilmiyorum, köpekleri bahane etti kaçtı. o gün ne de çok heyecanlanmıştım. ama o zaman ümit'im olmazdı, kızımın elini sıkıca tuttum. az kaldı baba dedi. yamacı tırmanmaya başladık. eklemlerim sızlıyordu, kamburum daha da çökmüştü, kızımdan tarafa dayandım. o nefes nefese kalmıştı, ben öksürüyordum, aldığım nefes yetmiyordu. duracak gibi olduğumda daha çok yapışıyordu bana, kuvvetle çekiyordu yukarı doğru. yürüdükçe taşları deviriyorduk. ökçemde bir ağırlık vardı, boka bastım sanıyordum.dağ keçisi diye düşünmüştüm. sağ dizime dayanarak çıkmaya devam ettim. tepeye yaklaştıkça karşımıza çalılıklar çıktı. kızım önüme geçip göğsüyle iterek indirdi, sağ sola attı onları. arkasından geçtim. sonunda tepeye vardık. zemin düz ve taşsızdı. kızım elimi bıraktı, beklememi istedi. öksürmeye başladım, çalılıkların içine daldı. az sonra elinde büyük bir taşla göründü. yere koyup beni üstüne oturttu. o da yere çömeldi ve dizlerime tutundu, gözlerimin içine bakıyordu. aynı çocuk ümit gibiydi, gözlerim yaşarmıştı. bana çok ilerideki bir dağı gösterdi, buranın bir kilometre ötesindeydi, tepesinde kar görünüyordu ve yamacı çam ağaçlarıyla doluydu. bak dedi, ben oraya gideceğim.
-ama sen çok yaşlısın daha fazla gelemezsin. burada beni bekle, bu taşın üstünde. ben bir saat içinde gidip geleceğim.
ve cebinden iki tane mandalina çıkardı, kabuklarıyla kucağıma bıraktı. benekli, kırışık elimi öptü, atkımı düzeltti, kulaklarıma kadar çekti. çok sürmeyecek, beni bekle dedi. başımı salladım. ayaklandı, dizlerini çırptı ve geldiğimiz yöne döndü. arkasına hiç bakmadan ilerlemeye başladı. çalılıklardan görünmeyene kadar onu izledim. sonra yaşlı gözlerimi kurulayıp mandalinaları cebime koydum. ellerimi kavuşturup etrafımı seyretmeye başladım. güneş batmak üzereydi, her yer kızarmıştı, çam ağaçlarına güneş değmiyordu. on dakika sonra cebimdeki mandalinalardan birini çıkarıp soymaya başladım. kabuğu sertti, titreyen ellerimin onu çıplak bırakması birkaç dakikayı aldı. bir bütün halinde ağzıma soktum. yanaklarım şişmişti, damağımla bastırdım, suyunu içmeye başladım. asit boğazımı yakarken dağa gözümü dikmiştim. mandalinamı çiğnemeden yuttuğumda ayağa kalktım, cebimdeki yere yuvarlandı, çalıya çarpıp durdu. boş yamaca ilerledim. sol ökçeme basamıyordum, bok giderek ağırlaşmıştı. vadiye inmeye başladım. üç dört kez yere düştüm ve biraz sürüklendim, bu yürüyecek yolu kısaltmıştı. ümit'e yetişeceğime inanıyordum. kızıl vadide ağır aksak ilerledim, çam ağaçlarına bakıyordum. içinde ümit'i görebilirim diye dikkat kesilmiştim. yağmur yağmaya başladı. kurbağa sesleri geliyordu, sevinçli gibiydiler. şimdi dağın zirvesine bakıyordum, yatağımı buraya çıkarmış olmalıydık. bu akşam yıkanırdı, ben de altına sığınırdım ve yarın da güneşlenecekti karımın isteyeceği gibi. dağa tırmanmaya başladım.