Yan odadan gelen çıtırtıyla irkildim. Kentliler olsa kalkıp kontrol ederdi. Bana göre korkulacak bir şey yok. Belki acemi bir hırsız belki de körkütük sarhoş biri girmişti evimin korkuluksuz penceresinden. Fark etmez, zaten sıkılıyordum bu koskoca kalabalığın yalnızlığından.


Sokaktan geçen arabalar, el ele yürüyen sevgililer, günaşırı görüştüğüm dostlar, kadınlar... Dâhil olamıyordum onlara. Şehirlerin yapaylığını bildiğimden, evime dadanan bilinçsiz bir şehirliden korkacak değildim. Bu insanlar hayatı neden bu kadar ciddiye alıyor anlamıyordum. Üç kuruş için neden koşturuyor herkes? Evime niçin bir yabancı giriyor?


Halbuki güvercinli gecede böyle şeyler olmaz. Yandan gelen sesin ne olduğu umurumda değildi. Büyük ihtimalle güvercinli geceden bihaber, birkaç eşya çalıp satarak mutlu olacak bir şehirliydi. Çalsın. Ben sonuncu kadehi kafama dikiyor, yandaki zavallı korkmasın diye sesini kıstığım müzikten sonra güvercinli geceye geçiyordum. Orada asfalt, tuğla, demir yok; yapmacık, korkak, acımasız insanlar yok. Oraya araba, gemi, veya uçakla gidemezsiniz. Güvercinli geceyi hiçbir ışık aydınlatamaz. Çünkü güvercinli gece zihnimde. Benden başka kimse bilemez. Şehrin kasveti, yalancı kadınlar, aldatmalar, sahte dostluklar burada kalsın. Beni orada bekleyen sadık, dürüst bir orman medeniyeti var. Sesler kesildi. Müziğin sesini açıyorum. İnsanlar bensiz de eğleniyor, ben güvercinli geceye geçiyorum.