Cildi kurumuş bir İstanbul sabahında balkona,

Le Trio Joubran'ın

Masâr'ıyla çıkıyorum.


Kurumuş bir cildin kenarında,

ıslak denize, ıslak bir etin tadına bakar gibi

iştahla açıp ağzımı

"Say" diyorum kendi kendime

"Dur ve say!"

çoğala çoğala kaç kişiyiz bunaltıdan,

kalabalıklardan artakalan yılgınlıktan?


Soğuk, her şeyi vurduğumuz

mesnetsiz ölçülerle

bir sıcaklık bekliyoruz,

balyozun duvara her vuruşunda artan sıcaklığı gibi,

balyozlarla yıktığımız duvarları

kafamızla yeniden örüyoruz

umutsuzluk ve yılgınlık harçlarıyla

ilmek ilmek.


Yılgınlığın içine cesareti karıştırmayı,

umutsuzluğa bir umut tanesini katmayı ihmal etmiyoruz

“Bitecek mi bir gün savaşımız” diye mırıldanıyoruz

bir kedinin yanı başında

bir kedi yılgınlığında.


Bütün imgelerin yolunu değiştiren,

yeryüzündeki eşyaların adını hatırlatmayan

bunaltı,

kuru bir yadırgama değil seni böylesine ağır yapan,

köselemizi kara sularla dolduran.


Kanımıza dokunuyor yaşamak,

kar kristallerinin kemiklerini kırmak

yağmur damlalarının iskeletini çıkarmak

güneşin gözyaşlarını bulmak düşüne kapılıyoruz,

bulamadık, çıkaramadık, kıramadık diye öfkeleniyoruz

öfkelendikçe azalıyoruz

azaldıkça suçlanıyoruz

içimizdeki yargıç tarafından

suçlandıkça bunalıyoruz…