İç ses. Bakışımla gösterir.


O kıyı. O ekşi koku.

Ölü sülfür yığını,

o olmayan,

o gemilerin artığı.

Çöpleşmesine üzüldüğüm ıssız.

Ancak kasıtlı bakınca görebildiğim.

Hikayesi olmayan hiçbir şey

yok burada.


Bir yerin kıyısı. Daima. Her şey yok

sıfatında.


İki kişi burada el ele yürüdüyse bir zaman, örneğin, artık o hikaye yok. İçine işenip denize bırakılmış şişeler kadar. Bile yok. Plastikler, türlü türlü ipler, sicimler, kartonlar, tahtalar, şişeler, kutular, hortumlar, oyuncak artıkları, ilaç reçeteleri, ambalajlar, makine parçaları, insan çamaşırları doğa hissini almış götürmüş buradan. İşte tam da bunu, burada kim konuştuysa artık yok. Kim üzüldüyse, kim sevindiyse. Yok.

Kimse ve asla buraya tekrar geldiğinde aynı kişi olamaz. Olamadı. Kesinlikten nefret edenler için de cevap kesin, imkanı yok. Kalıcı olmanın imkanı yok.

Bu yanlışlanamaz kesinliğin bir sürü gerçek yılındayız.


Burada her şey geçmiştir. Her şey gelecektir.

Kırık bir iskeleye bırakılan hikayenin mazisi şudur ki o iskele artık yok. Üstünde çınlamış kahkahalar yok. Hiç kimsenin saçı öyle kıvırcık değil. Kimse bir videoya doğru, merhaba arkadaşlar ayağıma hoş geldiniz demiyor. İyi ki de demiyor belki. Burada neye iyi ki denilebilir? Evet. Burada bir şeylere iyi ki denilebilir. 


Şarkılara evet. Dalgalara evet. Ot kokularına, ağaç kokularına, yosun kokularına evet. Denilebilir. Zamanın sunduğu duyuma evet. Üşümeye evet. Terlemeye evet. Dokunmaya evet. Akla evet burada. Burada en çok akla evet çünkü buraya gelmeden değiştiğini fark edemezsin. Aklın yanında olmalıdır, sana benzemelidir ki -her sene- aynılık ölçümü sağlıklı gerçekleşsin. Burada insanlığı ölçüme evet. Terliklere evet. Olsunlara evet. Yazmaya evet. Okumaya evet. Unutmaya hayır ama. Unutmaya çalışmaya hayır.


Burada her şey ansızındır. Güneş ansızın, yağmur ansızın, gitmek, gelmek ansızın. Kimse gerektiğinden fazla duramaz burada. Burası vaktini aşanları tükürür. Ayağında terlikle ev yolunda bulursun kendini. Dik bir yokuşu az önce tırmanmışsındır. Olan budur. 


Koynu olan bir yer. Hayal edilebilir. Hafızası olan bir yer. Elleri olan. Adımları olan bir yer. Yalnız. İnsana ait olmayanların doğal kabul edildiği bir yer. Buna mecbur bir yer.


Buradayım. Yanlışlıkla değil. Kimse buraya yanlışlıkla gelemez. Görme sebebi olmayanı körleştiren bir yer burası. Anlama mecbur olunan yer. Şiire değil, şiirin sebebine benzer bir yer. Nasıl gelirsen öyle göreceğin. Görüneceğin. Ve aynaya benzemeyen. Buradayım. 


Bir öykünün içi. Belki burası. Her şeyi anlaşılmış bir öykünün tükendiği. Suyuna girilmez deniz kıyısı. Gerçeğin bozulmak zorunda olduğu. Taşları iskelet. İzleri hep boşuna. Özlemi boşuna. Buradan götürülen her şey, herkesi, bir gün, mutlaka ağlatır. Buradan çok şey götürmüştüm. 


Buranın şarkıları "ev" demez, buranın şarkıları daha çok "yardım" der. 

Ve burada ingilizce düşünülmez.


Önüne deniz gerilince, sırtında bir yokuş belirir. Nadiren ağaçlar, otların turuncusu, otların moru, yeşili. Renklerin peşine takılınca, başını iyice kaldırınca, yokuşun tepesinde bir fener belirir. Anlamını temsil etmeyen bir fener. Kilitli fener. Gizli fener. Ve fenerle sezilen ve hiç de gizli olmayan ay çiçekleri. Ve gerçekten harabeler. İçinde anlam kurulmamış harabeler. Ve sonra uzakta balık tutan biri sanki. Evet sanki. Buradaki hiçbir şeyin gerçekliğinden emin olamazsın. Ellerin hariç. Değil.


Güneşin kokusu seçilebilirdir. Ama buranın yeşili, buranın sarısı, buranın köpüğü her resimde vazgeçilmiştir. Buradan hiçbir şey, hiçbir yere götürülmemiştir.


Her şeyini buraya getirebilir, bırakabilir, değiştirebilir ve eve hiçbir şey almadan dönersin. Mümkün olan budur. Her şey eklenebilir, ama içinden hiçbir şey çıkarılmaz bir yer burası.


Gerçeği değişken. Buradayım. İşte buradayım.

Sezilemez kadar buralıyım.


Deniz kontları da buralı. Orduları yok. Hiç olmamış. Alınmamış bir bilet buralı. Haklı şüphe buralı. Bir doğum günü pastası buralı. Yazılışı kutlanmamış kitap, ahşap vitrinde bekletilmiş taşlar, konuşan kasımpatılar, lekeli havlular buralı. Kendine benzeten hastalık buralı. Çengel iğneler buralı. Bitene kadar sahteliği anlaşılmamış hikaye, o da buralı.


Dikine taşlar. Sakin. Deniz, üzerlerine gidip geliyor. Köpükleri beyaz, gri, sesli. Denizden kir seziliyor. Sezilen denizin hareketlendirdiği oval taşların arasında çimen, çimenin üstünde sarı, sarının içinde küçük benekler, beneklerin içinde anlam. Anlamın içinde hafıza. Hafızanın içinde insanlar. İnsanların içinde hikayeler. Hikayelerin içinde odalar, danslar, sevişmeler, gülüşmeler. Serüvence serüven. İşte burada böyle görürsün. Hiçbir şey kendisi değildir. Her şey bir başkayı hatırlatmak üzeredir. Özü yoktur hiçbir şeyin ve bura için tanımlanan öz budur.


Hiçbir şeyi içindeyken reddedemezsin.


 Zamanın pasla eşitlendiği burada, ne görüyorsan sen götürmüşsündür. İki sene önce bir iskele vardı, artık yok. Diyebilirsin. Bu senin, içinde tek başına kalacağın bir gerçektir. Artık yoktur, artık yoktur yani varlığından asla emin olunamaz. İspat edilemez. Artık olmayan kurgudur. Artık olmayanın hikayesinden emin olamazsın. Ortada bir yokluk varsa, nasıl biter ve hızlıca niye başlar. Öfkeli, kırgın, masum, suçlu, yorgun, bezgin, bir yığın niye?


Olmayanla sınanıyorsan, ki bu her şeyin sahteye benzemesidir, hikaye bitince gölgeleşir omurgalar burada. Sonrası ışıkların sönmesidir. İnsanın karanlıkta görmeyi öğrenmesidir.


Şikayetim yok. Buraya kendim geldim. Parmaklarımda yeşil, parmaklarımda sarı, kulaklarımda hoş çığlıklı şarkılar, buraya çantamla, buraya terliklerimle geldim. Kusacağımdan korktuğum hikaye buralı değil. Ama buraya aittir. Buranındır. Ellerim. Bakışlarım. Bacaklarımdaki yosun, adımlarımdaki heves, dün gece ağladığım öykü. Buranındır.


Ve büyü çok anlamlıdır.


Büyü hiç bitmez büyü. Büyü, hiç bitmez büyü. Büyü hiç, bitmez büyü. Büyü hiç bitmez, büyü. Büyü. Hiç. Bitmez. Büyü.


Çok anlamlılığı ispat edilemez ama anlatılabilir şeylerle doluyum. Buradayım.


Şeyler ne derse o. Belirleyemezsin taş ne anlatır. Gün ne. Yokuş ne. Gölge ne. Önceden bilinmez, tahmin bile edilmez. Sen bakarsın, içi kendiliğinden dolar manzaranın. Akışı bozamazsın. Akışa dokunamazsın. Şahidi olursun, burası isterse. Burası istediği kadar. Neyi hatırlayacağına burası karar verir. İşte buranın özgürlüğü. Hiçbir şeye bağlı olmamak. Her şeyin kokusu varsa hiçbir şey kokmuyordur. Her şeyin ışığı varsa hiçbir şey görünmüyordur. Var yokun içindedir ve yok varı kapsıyordur. Aynı zamanda. Anlarsın. Pürüzlere ulaşan sarmalları, ellerdeki yanılsamayı anlarsın. Sona iten bakışımı anlarsın, yangın duyarlığı anlarsın, mecbur döngüyü anlarsın. Oysa sadece bir taşa bakıyorsundur. Sonuç görüyorsundur. Değiştirebilir hiçbir şey yoktur. Ne anlamak, ne ağlamak ne kesinlik acı veriyordur. İşte büyü, buradadır:

Normalin yalanını anlarsın.


Bu yüzden buraya kimse boşuna gelmez. Bu yüzden burada kimse yoktur. Buraya hiç itilen yoktur.

Hikaye almak için önce vermek gerekir. Diyen her şey buralıdır.


Dış ses: elleriyle gösterir.


Buradan öykü taşırabilen, buradan duygu aşırabilen ben. Bunu yapabilen, çünkü yapmayı önemseyen tek kişi olarak. Ben de buradayım. Buranın kendisi olarak. Deniz fenerinin sırtına yansıyan güneş sıcağı olarak. Düzensiz bir çizgi halinde seyreden ve anın gerçeğine göre mavi, kırmızı, lacivert olabilen gemilerin tonlarca yükünün güçlendirdiği dalgalar olarak. Hiçbir şeye karşı gelmeyen, yine de dikliği bozulmayan kayaların üstündeki yatay, gri çizgiler olarak. Terliklerimdeki kaygan çamurun hatırlattıkları olarak. Burada olmayan şeylerin temsili olarak, buradayım. Buralıyım. Buralı olmayı ben icat ettim.


Böyle bilinecektir, böyle adım,

ki o, bir dağ gülüyle çoktan aşınmıştır.